Eğitim Sosyolojisine Bir Bakış

Eğitim Sosyolojisine Bir Bakış
  • 13
    0
    1
    1
  • Günümüzün eğitim politikalarına baktığımızda istikrarsız bir anlayışla karşılaşıyoruz. Görünürde tıkır tıkır işleyen kademeli bir düzen varmış gibi duruyorsa da aslında ne yazık ki işin iç yüzü öyle değil. Ezberci tutum, politik çıkarlar doğrultusunda yoğurulan ders konuları, her sallantıda yerinden oynatılan sınav sistemi, globalleşen dünyaya ayak uydurma çabaları ve asla ortak bir paydada buluşamayan otoriteler…

    Sözde öğrenci merkezli yürütmeye çalıştığımız ders içeriklerinin kaderi, her defasında internetten kopya edilen bir iki kalıplaşmış bilgi ekseninde sıkışıp kalıyor. Araştırmayı öğretmiyoruz, keşfetmeyi öğretmiyoruz, üretmeyi öğretmiyoruz, kendini gerçekleştirme dürtüsünü öğretmiyoruz. Sınıfta okutulan sığ ders kitaplarının etrafındaki bir kısır döngü içerisinde boğulmak üzereyiz. Ülkenin her köşesinde uygulanan bu anlamsız ve “geçiştirici” programlar nedeniyle hayal gücü ve tartışma güdüsünden yoksun bireyler yetişiyor. Slayt klişelerini aktarmaya çalıştığımız çocuklara baktığımızda umursamaz bir tavırla sıralarında oturan sıkılmış suratlar görüyoruz. 

    Bu durumu düzeltebilmek adına öncelikle biz öğretmenler olarak kendimizi geliştirmeli ve her zaman için öğrencinin bir adım ilerisinde olmalıyız. Toplum dinamiklerine de sırtımızı dönmeden hem yetebilmeli hem de yettirebilmeliyiz. Öğrencilere çok boyutlu düşünme becerisiyle birlikte olayları birbirine bağlayarak problem çözebilme yetisi kazandırmalıyız. Saygınlık ve despotluk arasındaki o ince çizgiyi manipüle etmeden, karşımızdaki küçük veya genç insana bizimle her türlü sıkıntısını paylaşabilme güvenini mutlaka vermeliyiz. 

    Her bireyin farklı yeteneği, farklı ilgi alanı ve farklı zeka seviyesi olduğu gerçeğiyle bir türlü yüzleşemiyoruz. Maalesef ki eğitim programlarımızın emrettiği üzere, yarış atı gibi yetiştirilen çocukların hepsine aynı anda aynı bilgiyi vermek gibi bir amacımız var. Sırf bu yüzden, istenilenin dışında bir kabiliyetle donatılmış olan öğrenciler kendilerini aptal gibi hissediyor. Metot değiştirmeden tek bir çerçevede yürütülen bu sıkıcı sistem nedeniyle, hayalleri baltalanmış dümdüz insanlara dönüşüyor çocuklar.

    Bu noktada öğretmenlerin yanı sıra okulların da ciddi bir değişim ve dönüşüme tabi tutulması şart! Her türlü imkandan yoksun, teknolojik aletlerin uğramadığı, ısınma ve yemek gibi ciddi problemlerin yaşandığı kurumlardan ne özgün ne de kendine yetebilen bireylerin çıkması beklenebilir. Maslow’un ihtiyaçlar piramidinde işaret ettiği o ilk aşamayı çoktan geçmiş olmalı öğrenciler. Bunun yanı sıra okulların bireylere anlama ve analiz etme gibi becerileri kazandırır bir hüviyete bürünmesi gerekiyor.

    Fırsat eşitliğinin bir getirisi olarak sadece parası yetenlerin değil, herkesin ferah şartlarda ders görmesi sağlanmalı artık. Eski müfredatlar yerini modern ve çağdaş müfredatlara bırakmak zorunda. Bu şekilde; yaşayarak öğrenme, deneyerek öğrenme, görerek öğrenme, hata yaparak öğrenme, konfor alanından çıkarak öğrenme gibi yöntemlerin uygulanmasıyla birlikte öğrenci hem fiziksel hem de bilişsel açıdan gelişip kendini gerçekleştirmeye bir adım daha yaklaşabilir. Ülkemizdeki kitap okuma oranının düşüklüğü ve bu eksende ilerleyen gençlerin kelime haznesinin darlığı düşünüldüğünde, akademik kaynakların da sık sık önerilmesi elzem görünüyor. Sadece romanlar değil bilgi içerikli makaleler ve eserler de işlenmeli ağırlıklı olarak.

    Öğrencinin yegane hedefi ise "Ne olursa olsun yeter ki üniversiteye gireyim!" düşüncesi yerine kendine bir şeyler katarak değişen dünyaya ayak uydurmak olmalı. Çünkü sadece meslek değil, zamanla herhangi bir ortamda konuşulan bir konuya dahil olabilmek gibi basit şeyler bile git gide önemli bir hal alacaktır birey için. Kısıtlı şartlarda yetişip okuyarak bir yerlere gelen insanların toplumsal dikey hareketliliği gerçekleştirebilmesi adına, salt eğitimle sınırlı kalmadan fikir dünyasını da ileriye taşıması gerekiyor. Bu sayede hem çevresinde daha çok saygı görecek hem de karizmatik ve özgüvenli bir birey olarak etrafındakileri etkileme oranını arttıracaktır. Aynı zamanda üst bir seviyeye ulaşıp kendini bilgiyle donatmış olan bir beyin, belirli bir noktada mutluluğu ve iç huzuru da yakalayacaktır. Hem İrlandalı şair Jonathan Swift'in de dediği gibi;

     

    "Dünyayı yöneten; kalem, mürekkep ve kağıttır."


    Yorumlar (1)
    • Liseden henüz mezun olmuş biri olarak yazdıklarınıza yüzde yüz katılmaktayım. Öğrencilerin büyük bir kısmı adına şunu söyleyebilirim ki biz artık umutsuzuz. Eğitim reformu adına umutlarımızı sıfıra indirdik. Kaliteli bir eğitimle birkaç yıl içinde pek çok şeyin değişeceğine inanıyoruz ama o kaliteli eğitim sistemini görebileceğimizi düşünmüyoruz. Tekrardan bu güzel yazı için çok teşekkürler. Bu konu üzerine daha ayrıntılı yazılarınızı da bekliyorum. İyi günler. :)

      Yorum Bırakın

      Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.