'tık' Fetişi

'tık' Fetişi
  • 9
    0
    1
    0
  • "Hikayenize yanıt verdi",

    "Bir yeni arkadaşlık isteğiniz var", 

    "Fotoğrafına yorum yaptı",

    "Neler oluyor?",

    "Yeni bir video ekledi",

    "Uzun zamandır paylaşım yapmıyorsun",

    "Bir canlı yayın başlattı",

    "Bunu mu demek istedin"

    ...

    -Hayır.

    ...

    "Evet bunu demek istedin!"

    ...

    -Bunu demek istedim.

     

    Bütün bu heyecanlandıran bildirimler, bahçede uzaktan izlediğimiz okul aşkımızla artık tanışmak istediğimizi "kanka"mıza söylememizle başladı. Şöyle cevap verdi: "Facebook'tan eklesene!"

    Evet, Facebook'tan eklesene. 

    "Arkadaşlık isteği gönderildi"

    Diğer sosyal medya uygulamalarından daha önce kurulan ve hızla yayılan Facebook, hayatımıza girdiğinde 2000lerin sonlarındaydık. Dünya üzerinde gerçekleşen her yenilik gibi, Facebook da dönemin genç nüfusunun ilgisini çekmeyi başardı. Böylece her birimiz ekleşmek ve sohbet etmek için 0.facebook (facebook zero) kullanmaya başladık. 

    Yeniliğin boyutu bu kadarla kalmadı ve genç nüfustan yetişkinlere, çocuklara ve yaşlılara değin yayılımını sürdürdü. Bu "kulaktan kulağa" oyunu devam ederken, dijital iletişim teknolojileri katlanarak pazara yenilikler sunmaya devam etti. Facebook bünyesine blog yazma özelliği, zaman tünelini ve fotoğrafların altına yorum ekleme özelliğini getirdi. Bu sırada Twitter devreye girdi ve "Seviyorsan gidip konuşmana gerek yok, bana yazabilirsin" dedi.

    Twitter, 2006 yılında kurulduktan sonra ülkemize gelişi ve yayılışı da neredeyse birkaç yılı buldu. Twitter'a geç kalıp kalmadığınızı öğrenmek çok kolay çünkü hesaplarımızın bir köşesinde katılma tarihlerimiz kayıtlı. Ben ilk kez Eylül 2011'de bir hesap açıp, dinlediğim derbeder rap parçalarından bir söz paylaşmışım örneğin...

    Dünya'da ilk tweet'i kim atmış, derseniz, geçtiğimiz günlerde tt olmasından sebep öğrendiğim bilgiyi paylaşayım: Elbette, twttr kurucusu Jack bir deneme tweet'i atmış ve bu da kayıtlara ilk tweet olarak geçmiş. Fakat konu ile ilgili araştırma yapan kimseler, sosyal medya uygulamalarının kurulduğu yer ile ilk kez kullanılmaya başlandığı yerlerin aynı olmadığını, dolayısıyla bu uygulamaların düşündüğümüzden daha da farklı bir boyutta yer aldığını belirtiyor.

    Biraz öfkemizi kusmak, aşk acısı çekmek ve bayram mesajı paylaşmaya başladığımız uygulamalar yavaş yavaş sirayet ettiği bünyelerimizi ele geçirmeye başlıyor. Böylece kaotik döneme adım atıyoruz: Stalk Deliliği. Bu mecralarda yalnız olmadığımızı ve insanların bilgilerinin -günümüzde epey kişisel bilgilerinin de- yer aldığı üyeliklerine tıklayıp bakabildiğimizi fark ediyoruz. İşte bu güç, her birimizin içindeki gizli arzuları ortaya çıkardı. Beğenilmeme, özgüven eksikliği, yetersizlik duygusu, cinsel açlık, doyumsuzluk, narsizm, önyargı, aşağılık kompleksi, öfke nöbetleri, sözlü taciz, saldırı, egoizm, tanrı kompleksi vs.

    Siber suçların artışı stalk nedeniyle başladı, denemez elbette. Ancak bir başkasının özel alanına girme ya da girebilme hakkını ele alan toplumun her kesiminde insan vardı. Uygulamalara erişim ücretsiz, hiçbir kısıtlamaya tabii değiliz ve yalnızca mahalleden arkadaşlarımızla ekleşmiyoruz. Dünyanın her yerinden insana yalnızca tek tıkla ulaşabiliyoruz. Bu tek tık meselesi de, insanoğlunun doyumsuz ruhuna pek münasip gelmemiş olacak ki, her gün daha fazla beğeni ya da tıklanma oranları ile o "stalkladığı" kullanıcı gibi olmak için can atmaya başladı.

    Birkaç yıl önce duck-face ile binlerce beğeni toplayabildiğini fark eden insan, bugün düşününce çok ilkel bir varlık olarak yaşamış. Şimdilerde dijital insanın daha büyük arzuları, daha da gizli fantazileri var. Bilinçaltında bir gün dünyada viral olacak bir görüntüyü, sosyal ağlardan birinde paylaştığı kurgusu var. Bu dürtü ile uyanıp güne başlıyor ve tüm gün hikaye anlatımı yapmak için hazırlanıyor. Kahvaltı yapma isteğinin nedeni fiziksel açlık değil, "Story"de en şık, en bol çeşit, en güzel, en uyumlu, "en" sofrası hazırlamak ve paylaşmak. Kendini sevdiği için aynaya bakmıyor, gün içerisinde kitlesine göndereceği pozların beğenilmesini hatta kusursuzluğu hedefliyor, alev emojileri, gülücükler, kalpler, hashtagler ve patlıcan...

    Doyumsuzluğun yüksek yamaçlarına çıkan "dijital insan" ben de burdayım, demek için kendini o yamaçtan aşağı bırakacak ussuz bir cesarete sahip oldu. Tabii, yamaçtan atladığını çekebilen biri varsa... Bu durum da şunu düşündürmeye başladı: Eğer yamaçtan biri atlıyorsa, videonun öznesi mi olmalıyız yoksa medyaya dağıtım yapacak ilk kaynak mı? 

    Şöhret, cesarete sahip olandan alındı ve onu görüntüleyebilene verildi.

    Yani, video görüntü kaydedebilen herhangi bir iletişim cihazına sahip olanlara, herkese, hepimize. Bu korkunç ussuz cesaret dalgası, haberleşmeyi bitirdi. Yalnızca milyonlarca enformasyonun dolandığı ve bilginin kayıplara karıştığı bir iletişim kanalı. Bu durum elden ele yayılan bir provokatörlük müessesini canlandırdı, üstelik her sosyal medya kullanıcısı da buna hizmet eder hale gelecek hastalığa yakalandı. TikTok videosunda anneannesinin kafasında yumurta kıran Z kuşağından, yakın dönemde İzmir'de yaşanan deprem enkazzedelerinin Twitter'da nasıl fütursuzca romantikleştirildiği ve dahası henüz can kayıpları açıklanmaya devam ederken Instagram'da ınfluencerların "Deprem çantamızda ne olmalı" başlıklı eğlenceli video içeriklerine doğru uzanan bir tık fetişizmi.

    Dün, bugün ve hatta yarın gördük, göreceğiz

    çağın insanı sırtlarında taşıdıkları aynaya showlarını yansıtmak için

    iktidarlar/muhalefetleri, medyanın tüm tonlarını, yaşayan her pratiği

    hatta çocukların ve kadınların ölümlerini dahi

    malzeme olarak kullanmaktadır. #DigitalHumanities

    Vicdani meselelerin kişisel hazza hizmet ettiği bir dünyada yaşıyoruz. Medya etiği tedavülden kalktı, iletişim etiği de pek bi şey ifade etmiyorsa şayet en başa mı dönmeliyiz? Varoluşumuza, varlğımızı hatırlamak ve idrak etme sorumluluğuna... 21. yüzyılda topluluklar insaniyet mi konuşmalı, ne dersiniz?

    Varoluşunu ve gayesini unutan bilerek ya da bilmeyerek bu show gezegeninin bir parçası olduktan sonra, düzenin yeniden üretil(bil)mesine sebep olduğumuzun farkında mıyız? Dolayısıyla bu edim gücünün sahibi kullanıcı değildir, kullanıcı yalnızca kollektifin gücüne tesir eden bir yardımcı. Bu yardımcılar yalnızca dijital dünyaya doğanlar da değil, analog doğan ve dijitalleşen, dijital doğan ve dijitali geliştirenler sanal dünyada yer edinmeye devam ediyor. Sanal dünya ise dijital insanın gerçekliği haline geliyor. 

    Gündelik yaşamda, anlık ya da uzun vadede tatminkar bir düzen elde etme savaşı varken, nasıl zevk almak için ilkel varlıklar egosunu ve vicdanını saydamlaştırırsa sosyal medyada aç ve iradesiz milyonlarca kullanıcı iradesini yok saydığını kanıtlayan iletileri post etmiş, "tıklanmayı" bekliyor. 


    Yorumlar (1)
    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.