Kalabalık şehrin güneşini doğuran sese ait bir dizenin öyküsü

Kalabalık şehrin güneşini doğuran sese ait bir dizenin öyküsü
  • 2
    0
    1
    0
  •    Yeterince fazla şekilde söylenmiş yalanların, koca bir kalabalığı kendilerine aslında çokça haksızlık yapıldığına inandırdığı bir coğrafyanın sabahında uyandırabilirsem seni ne mutlu. Çamaşırların apartman aralarında gerilen iplere serildiğinde donmadığı, güneşin altında uçan kanatlı kardeşlerin cıvıltılarının mahalleyi en kallavi şekilde doldurduğu o eski plak günlerinin tamamını fersah fersah geride bırakan bir şehrin uğultusuna açıyorsun gözlerine. Belki de düşlerinin çoğu hırpalanmış, karanlık bir yorgan gibi üzerine serilen soğuk ve çaresizlik barındıran bu günlerin altında tüm umutların ezilmeye yüz tutmuş olabilir. Bir girdaba kapılmış gibi hızla tükenen duygularının ve bir ses olma düşüncesiyle yeşillenip filizleşen gözlerindeki parlaklığın gün gelince yiteceği gibi bir korku taşıyorsun gömlek cebinde biliyorum. Korkutmasın seni bu günler. Aşılır.

       Sana içine düşmüş olduğun derin buhranın çıkış yolunu söyleyebilecek kadar cesur ya da bir açıdan bakarsak yalancı değil sözlerim. Biliyorum, bana bir miktar kızacak, gözbebeklerini büyütecek ve kapana kısıldığın bu dönemin verdiği çoşkuyla "Yalan söyle, bazen insan yalan duymak istiyor. Bazen gerçekleşemese bile bir an olsun yalanın güzelliği karşısında kanatlanmak "Sahi ya o şekilde yapsam her şeyi çözebilirim." demek istiyor." diyeceksin. İşte tam da bu kaçıştan seni korumak gibi bir Alicengiz oyunu içerisine girerek sakınıyorum sözlerimi. "11 Adımda bu buhrandan kaçış" adlı bir senfoniden ibaret olmamalı anlattıklarım.

       Bazen bazı dönemlerin üzerimize çöktüğünü ve yumruk yediğimiz yerlerimize hayatın o sertleştiren nefesinin dolduğunu hissediyoruz. Ya da elinin üzerine kızgın demir bastıktan sonra o korkudan kurtulmanın ardından o demirin izinin olduğu yerdeki korkudan kurtuluşu hatırlayıp daha da hırslı şekilde ilerlemek gibi bir yeni ceket giyiyoruz. Bundan kaçış yok işte. Olacak çünkü. Hayatın kaidesi budur. Ucu açılan kalemin bitişe yaklaşması...

       Sonsuza kadar bir yeşil ovanın ortasına oturup nefes alıp vermenin huzurunu yaşayabileceğin bir coğrafya değil bu. Bu coğrafyada sen büyümek zorundasın. Bu topraklarda ruhundaki yaralara dolan şey seni belirliyor. Canın yandığında yarına ne şekilde yürüdüğünle alakalı biraz da bu belirleme süreci. Ya yandığını hatırlayıp yakmazsın ya da yandığın için yakarsın. İşte sen bu seçimin sonucunu bu buhranlı günlerden çıktıktan sonra göreceksin. Bunu istemiyorum bile diyemeyeceksin üstelik. Ya yakacak ya yanacaksın. Yaktığın zaman da diyetini yanarak karşılayacaksın. Yandığın zaman ise elbet bunun sonunda yanmanın kefareti olan o nefesi tadacaksın. İşte burada biraz biraz işgüzarlık yapıp seni rahatlatabilir ve ödediğin bir diyet değilse bu güzel günlerin geleceğini söyleyebilirim. Yalan olmaz, tahmin olur. 

       Kaçmak denen duygudan ne kadar korktuğumu bir bilsen sanırım tez vakitte benim peşime nice canavar salardın. Burada zırhı gıcır, geniş ve güçlü sağrılı bir ata sahip bir şövalyeymiş gibi her şeye kılıç sallasam da ülkenin kuzeybatı yönünde çekilen bunca korku filmi varken aklıma gelebilecek canavarlar önümde belirse kaçmak fiilinin kendisi bile bana yetişemez. Ancak bu canavar korkusundan öte bir de kendimden kaçmaktan korkuyorum. Karşıma çıkan olaylarda kendimi farklıymışım gibi düşünüp kaçmaktan ve bu yüzden de başıma gelen her olayda tekrara düşmekten. Günümüzün savaşını verdiğim bu metinlerde bir muharebe cephesini de burada açıyorum. Olduğu gibi güzel her bir insan. Üstelik her insanın olduğu gibi güzel olduğunu da iğrenç ve korkunç bir şekilde öğrenmiş biri olarak söylüyorum bunu. Her çeşit ruhun dumandan tenini bürünüp deneyerek her birinin nerede ne yaşadığını öğrenmeye çalışarak geçmiş bir sekiz seneden sonra öfkemi yaratan tek nokta budur. İnsan, en güzel kendisi olarak huzur bulur. Çünkü bedene büyük veya küçük gelen her detay seni kaşındırır. Kaşınarak geçen bir ömrün huzursuzluğun gelebileceği noktayı tahmin edemezsin. Uykuların kaçar geleceğinin korkusundan. Üstelik bu gelecek korkusu da öyle makro ölçekli değil yatağının mikro ölçeği kadar bilesin. 

       Gecenin 01:30'unda bunu yazmak gibi bir gezintiye neden çıktığımı sormak istersin diye söylüyorum. Uykularımın bölünmesinin sebebinin ya da rüyalarımda sessizce ağlamanın sebebini ortadan kaldırmak gibi bir mevzu içerisine giriş yaptım. Belki bazı filmler gelecek aklına bunu okuduğunda, belki benim şu olayımı mı anlattı diyeceksin, belki bana hak verecek belki de benimle kavga edeceksin. Önemi yok. Önemli olan bizi yakacak olanların bizi belirleyeceği. Benim için belirmen benim düşlerimden daha mühim. Benim için seni tanımak, seni anlamak sana güzel nice söz söylemekten daha güzel. 

       Bu, ortak günahlardan doğanların yanacağı bir türkünün metnidir. Deli hasretlerin ruhumuzu canlandırdığı - Üstelik çok da mesafelerin olmadığı bir dönemde yaşamaktayız ilginçtir. Gerçi otobüs fiyatlarının bu denli arttığı günlerde hasretlerin dozunun enflasyondan dolayı artabileceğini de hesaba katıyor saçmalamayı kesiyorum.- Haziran akşamlarına nice söz yazılabilirken bize yalnızca bilinmesi gereken bir sevgi yetecek diye düşünmekteyim. Bu yüzden her detayını kovalarca şey boca ettiğim bu metni yalnızca jestlerin jest olarak kaldığı bir dünyada yaşayabilecek kişi ve kişiler -Kısıtlamanın da lüzmu yoktur.- gerçekten okuyabilecektir.

       Ve ne olursunuz. Huzur verin ey insanlar topluluğu. Takas ekonomisine mi geçilir elektronik para ile mi satılır bilemem ama bir miktar huzurun deniz kenarındaki yerinde salınıp duran iki türkü biriktirdim cebimde onlardan birine fakir kalıp erişemem diye aklım çıkıyor. 

     


    Yorumlar (1)
    • Bi yerlerde beni benden iyi tanımlayıp anlatan insanların var olması güzel bir duyguymuş. Yalnız olmadığımı hissettirdiniz. Teşekkürler yazı için

      Yorum Bırakın

      Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.