İnsanlık tarihi, ceza kanunları üzerine geçmişten bu yana epey çalışmıştır. Nitekim ceza kanunun en acı vereni “ölüm” gibi kalıcı bir yokluğun vazgeçilmez aktarımıdır. Ölüm cezasının bile yine aynı kanunlar içerisinde değişik imgeler ve fiilî eylemler ile ortaya çıkması, ceza kanunlarının insanlar tarafından önemsendiğini ortaya koymaktadır. İnsanların belirli düzeyde “ölüm” kavramını daha zorlu hale getirmesi, ceza hüviyeti olan bireyin “hak ettiğini buldu” akımına yer vermesinden ileri gelmektedir. Roma kültürü yahut bilhassa Anadolu kültürünün ölüm kanunnâmeleri ise bu tarzın dışında çok çeşitliliği olan “işkence” kurumu gibidir. Pers ve Roma kültürüne eşdeğer bulunan ölüm cezalarının felsefî olarak da incelenmesi gerekiyor diye düşünüyorum.
Merkezî Roma’nın varisi Doğu Roma’nın kültürel olarak kendinden bağımsız ortaya çıkan ve kültürel ögelerini Mâverâünnehir arkasından alan Selçukî kültürünün senteziyle peyda olan Osmanlı ekolü kültür değildi. Osmanlı İmparatorluğu kültür kavramını XV. yüzyılın yarısına kadar sürdürse de “Konstantiniyye”nin fethi ile birlikte bağımsız kültürün yerini “III. Roma Kültürü” devralmıştır. Sultan II. Mehmed’in kanunnâmesinin sağlıklı ilerlemesi, son padişah VI. Mehmed’in bile “Roma Kayseri” olmasını sağlamıştır. Velhasıl-ı kelâm kültürel sentezin ürünü olan Osmanlılar, ölüm cezalarını da Roma ve Selçuklu sisteminin ortaklığı ile ortaya çıkarmıştır. Bu cezaların çoğunluğunu ise Reşat Ekrem Koçu detaylıca araştırmış, eser haline getirmiş ve “Tarihimizdeki Garip Vakalar” adıyla neşretmiştir.
Ölüm cezalarının belirli bir tabaka uğruna sınıflandırıldığı açıktır. Aristokrat ve yüksek kesim takımının ölümleri, genel olarak ölümde kullanılan aletlere dayalı bulunurdu. Bu ayrım onların neticede elde ettiği ölüm sonucu değil, ölüme giden yolda hissettikleri acının bağdaşması ile bir kuvvet bulurlardı. Bu acı az ise aristokrat yani yüksek tabakaya, bu acı fazla ise zavallı fakir halka yahut XIX. yüzyıl deyişiyle “proleter” tabakaya dikte edilmiştir. Osmanlı İmparatorluğu geçmişten gelen evrimleşmiş kanun eylemlerine uygun şekilde bunları sınıflandırmıştı.
Örneğin bu cezaların ilki “diri bir insanın derisini yüzmek” olmuştur. Bu cezanın uygulanma biçimi ise insanın ters bir şekilde zincirlenmesi ve çengele asılmış bir hayvan uzvunun derisinden ayrılması gibi ayırılmasından ileri geliyordu. Aman verilmeyen tek suç “siyasî mahkûmlardı”. Halk tabakasından saraya gelen herhangi eleştiri yahut yüksek (siyasî) makamda bulunan bir kişinin hatasının sonu boğdurulma, ardından ise cesetten kafayı ayırma idi. Bu işlem “şifre” adı verilen gayet keskin ve büyük bir ustura ile yapılırdı. Gövdeden ayrılan kafa ise “İbret Taşı” denilen noktaya getirilir, devlete ve hanedana ihanetin bedeli halka ilan olunurdu. Şüphesiz kesik başın orada bulunması halka ibret oluyordu. Diğer idam biçimi ise “çengel” olmuştur. Mahkûm cezayı aldıktan sonra Eminönü’ne götürülür, kale burcu gibi yükseklikte bulunan kalın bir kalasa çıkarılır. Aşağıda bulunan sivri ve kıvrık kasap çengellerinin keskin kısmı havaya çevrilir. Mahkûm yüksek yerden bu çengellerin üzerine atılır. Çengeller mahkûmun vücuduna saplanır, mahkûm ya orada hemen ölür veyahut can çekişerek, acı içinde kıvranarak vefat ederdi. Çengel yöntemi genellikle korsanlara uygulanırdı. Çengelin diğer kullanımı ise mahkûmun yüksek bir yere çıkarılıp, kavisli çengele vücudunu delerek geçirilmesiyle gerçekleşmiştir. Bu idam yönetiminin bir diğer türü de “çarmıh” yahut çarmıha germekti. Suçlu çarmıha gerilir, omuzları deşilir ve içlerine büyük mumlar konurdu. Bu mumlar yakılır, eriyen mum sıvıları ise mahkûmun omuz çukurlarına akardı. Hatta bu şekilde İstanbul’a teşhir edilirdi. Mahkûm ölmez ve canı sağlam olursa gece vakti asılarak idam edilirdi. Osmanlı dünyası için en korku veren ölüm “kazık” cezası idi. Kazığa oturtulan kişi feci bir acı ile ölüyordu. Kazık cezası alan mahkûm anadan üryan bir hale getirilir. Bilek büyüklüğünde bir ağaç parçasının ucu sivri hale getirilir ve yağlanır. Mahkûm kazığa oturtulur ve çakılır. Tüm iç organları parçalanan mahkûm derin bir acı ile can verir. Mahkûm kazığa oturtulmuş cesedi ile İstanbul’a halkına teşhir edilirdi. İlaveten kazığa oturtulmadan evvel omuzları deşilerek mumlar konulur ve yakılırdı. İmparatorluk içerisinde bir başka cezada esnafa idi. Haksız kazanç ve bozuk mal sağlayan esnafın kafası tıraş edilir, kel kafasına ısıtılmış ve kızgın demir tas ters şekilde geçirilirdi. Esnaf ise feryat içinde vefat ederdi.
Şehzâde Mustafa isyanına destek veren âsiler, çengele asılmışlar.
İmparatorluk içerisinde bulunan en ilginç ceza ise bir defaya mahsus uygulanmış olan “Topun içine yerleştirmek” olmuştur. XVI. asrın namlı yeniçeri ağalarından Ferhat Ağa, imamın nikâhlı karısını kaçıran zorba yeniçeriyi yakalatmış, ellerini kollarını bağlatarak savaş topunun içine yerleştirmiştir. Biraz sonra da topu ateşlemiş ve zorba yeniçerinin her parçası İstanbul boğazının dibini boylamış ve balıklara yem olmuştu. İdamların diğerlerine dönecek olursak, meşhur idam yöntemlerinden bir diğeri de vücudun herhangi bir yahut birden fazla noktasına burgu sokmaktır. Bu canice idam yönteminin yanı sıra kaynar sudan soğuk suya, soğuk sudanda kaynar suya atma yöntemi vardı. Mahkûm anadan üryan hale getirilir, ardından devasa bir kazan yakılır ve içerisinde bulunan su kaynar hale getirilir. Mahkûm önce soğuk suya ardından kaynar suya batırılırdı hem de başına kadar. Bu sayede geçirdiği şoklar ve hem soğuk hem de sıcak yanmalarından dolayı acılı bir şekilde hayatını kaybederdi.
Ne acıdır ki bu idamların en fecisi meşhur Sultanahmet Meydanı’nda gerçekleşmişti. 1670’li ve 1680’li yılların içinde yaşayan Osmanlı hanımefendisi, Hristiyan bir efendi ile ilişki kurduğu ve aşk yaşadığı için kadı tarafından idama mahkûm olundu. Bu idam normal bir surette değildi. Kadı, bu Müslüman kadıncağıza “recm” cezası verdi. Bu cezada kişi göğsüne kadar toprağa gömülür, ardından etrafta bulunanlarca taşlanır ve linç edilirdi. Kadın, Sultanahmet Meydanı’nda göğsüne kadar toprağa gömülmüş ve taşlanmış hatta feci şekilde linç edilerek acımasızca öldürülmüştü. Dönemin padişahı Sultan IV. Mehmed bu hadiseyi duymuş, acımasız ceza karşısında kanı çekilmiş ve kadıyı görevden azletmiştir.
Osmanlı İmparatorluğu’nda mevcut cezaların ve ilklerin anlatımını yapmaya uğraş verdim. Elbette her idam olan mahkûm yukarıda yazılanlar gibi olmuyordu. Genellike boyun vurulma (kelle alma) yahut asılma idamı tatbik ediliyordu…
Cidden içler ürpertici yöntemler