Bones and All: Aşk ve Yamyamlık

Bones and All: Aşk ve Yamyamlık
  • 2
    0
    0
    1
  • Kendinizi toplumda tabu olarak nitelendirdiğimiz içgüdüler tarafından yönlendirilirken buldunuz mu hiç? Yönetmen Luca Guadagnino'nun beyaz perdeye aktardığı Bones and All filmi, bilinçli hissettikleri yaşlardan itibaren insan eti yeme ihtiyacı hisseden iki genç aşığın öyküsünü anlatıyor bize. Filmin akışı ve senaryosu o kadar gerçek ki, tabu sınırını umursamadan başrollerimize sempati beslerken buluyoruz kendimizi. 19 yaşındaki Maren, içindeki yamyamlık dürtüsünü topluma uyum sağlayabilmek adına bastırmaya çalışan ancak pek de başarılı olmayan yalnız bir kız. Kendisini seneler boyu dışlanmış bir ucube gibi hisseden Maren, ailesi tarafından bile terk edilmiş ve kendisini yalnızlığa alıştırmaya çalışmış senelerce. Bu yalnızlığın ortasında, kendisi gibi birinin olma ihtimalini bile düşünemeyen Maren, benzer durumları yaşayan Lee'yle tanıştığında düşüveriyor aşkın tuzağına. Zaten aşk bizim yaşadığımız olayların benzerlerini yaşayıp onları çok daha farklı değerlendiren insanlara duyduğumuz dehşet verici güzellikteki merakla başlamaz mı hep?

    Karanlık ve vahşet teması içinde dönen filmde, korku ve aşk duygularını bir arada yaşıyor ve hiçbir şekilde garipsemiyoruz bile. Her aşka dahildir çünkü adrenalin ve gizli güdülerin ortaklığı. Olay örgüsünün içinde kendisine merkezi bir yer etmiş yamyamlık dahi gözümüze basit bir fantezi gibi görünüyor genç aşıkların sempatikliği sebebiyle. İki yalnız ve ucubeleştirilmiş insanın kendi ucubeliklerini anlamasıyla ve kabullenmesiyle gelişen romantik, korkunç ve büyük aşkın güzelliğine şahit oluyoruz 2 saat boyunca. Aşıklar birbirlerini dahi ahlaki anlamda sorguluyorlar, ancak günün sonunda bütün çirkinlikleri ve karanlık taraflarıyla birbirlerini kabul edip sevebiliyorlar. Lee, Maren'in normal bir çift gibi yaşama isteğini dahi kabulleniyor ve bunun için bütün kalbini ortaya koyuyor. Karakterlerin yamyamlık temasını ilişkilerinin merkezine koyması ama birbirlerine karşı bu isteği bastırmaları dahi sevgilerinin büyüklüğünü hissettiriyor bize. Maren, Lee'de görüyor dışlanmış, itilmiş ve ucubeleştirilmiş bir insanın dahi diğer insanlara karşı sevgi, empati ve anlayış besleyebileceğini. Hayatını değiştiriyor Maren'in, o da artık sevmek, bağlanmak ve karanlık yanını özümseyip bununla hayatına devam etme gücünü bulabiliyor içinde. Terk edilmiş olsa da defalarca, artık yalnız hissetmiyor kendini. Baskıların çok yoğun bir şekilde varlığını hissettirdiği bu yalnız toplumda birbirinin adeta ruhunun bir parçası olmuş iki insanın yürek ısıtan ama bir o kadar da korkutan hikayesi ilham verici nitelikte. 

    Filmin sonu, adeta ilişkinin ilerleyen dönemlerinin bir metaforu niteliğinde: Lee, o kadar çok seviyor ve kendinden bir parça gibi hissediyor ki Maren'a karşı, kendisini yemesine izin veriyor. Kemiklerine kadar. Aşkın korkutucu ve zehirli yanı da budur aslında. O kadar çok severiz ki o insanı, tek bir zerremiz dahi kalmayana kadar bizi tüketmesine izin veririz. Mutlulukla gideriz kendi intiharımıza. Öyle bir noktaya geliriz ki, yenmedik yerlerimizi dahi teklif ederiz. Kusurlu ve mükemmel her yanımızla o insan bizi kendisinin bir parçası yapsın isteriz. Bir olmak isteriz. Bir daha kişiliğimize dair tek bir parçamız kalmayacak olsa bile. 

    Fotoğraf: https://screenrealm.com/bones-and-all-movie-trailer-release-date-timothee-chalamet-taylor-russell/


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.