Masasında, bakınca uzaklara dalsın diye, mandalina kokulu kolonyanın yanında bir buket çiçek vardı yazarın.
Rengini ve desenini pek sevmese de hayata karşı tüm savunma savaşlarını bu masada veriyordu.
Sırtı kamburlaşmıştı. Mücadele ettiği bu masaya eğilmekten mi, yazmaktan mı yoksa?
Hayır, hayır... Yazmak yazarın bir zorunluluğu gibi birşeydi. Birşeyler onu buna itiyor, itiyor... Karşı gelemiyordu.
İçindeki başarma arzusu, yaşama sevinci, birilerinin kalbine ruhuna dokunma isteği, kambur sırtı ile iyi geliyordu yazara.
.
.
.
Ve o gün geldiğinde tüm bu duyguları unutmamak için;
yarısına başka şeyler yazılmış, mandalina kokan bir parça kağıt ve kalem alıp masa başına oturdu yazar.
İşte her şey olduğu gibi olduğu yerde, olduğu zamanda... Başlıyor...
Yorum Bırakın