"işten çıktım sokaktayım elim yüzüm üstümbaşım gazete
sokakta tank paleti sokakta düdük sesi sokakta tomson sokağa çıkmak yasak
sokaktayım gece leylâk ve tomurcuk kokuyor yaralı bir şahin olmuş yüreğim uy anam anam haziranda ölmek zor!
havada tüy havada kuş havada kuş soluğu kokusu hava leylâk ve tomurcuk kokuyor ne anlar acılardan/güzel haziran ne anlar güzel bahar! kopuk bir kol sokakta çırpınıp durur
çalışmışım onbeş saat tükenmişim onbeş saat acıkmışım yorulmuşum uykusamışım anama sövmüş patron ter döktüğüm gazetede sıkmışım dişlerimi ıslıkla söylemişim umutlarımı susarak söylemişim sıcak bir ev özlemişim sıcak bir yemek ve sıcacık bir yatakta unutturan öpücükler çıkmışım bir kavgadan vurmuşum sokaklara
sokakta tank paleti sokakta düdük sesi sarı sarı yapraklarla birlikte sanki dallarda insan iskeletleri
asacaklar aydemir'i asacaklar gürcan'ı belki başkalarını pis bir ota değmiş gibi sızlıyor genzim dökülüyor etlerim sarı yapraklar gibi
asmak neyi kurtarır sarı sarı yaprakları kuru dallara? yolunmuş yaprakları kırılmış dallarıyla ne anlatır bir ağaç hani rüzgâr hani kuş hani nerde rüzgârlı kuş sesleri?
asılmak sorun değil asılmamak da değil kimin kimi astığı kimin kimi neden niçin astığı budur işte asıl sorun!
sevdim gelin morunu sevdim şiir morunu moru sevdim tomurcukta moru sevdim memede ve öptüğüm dudakta ama sevmedim, hayır iğrendim insanoğlunun yağlı ipte sallanan morluğundan!
neden böyle acılıyım neden böyle ağrılı neden niçin bu sokaklar böyle boş niçin neden bu evler böyle dolu? sokaklarla solur evler sokaklarla atar nabzı kentlerin sokaksız kent kentsiz ülke kahkahanın yanıbaşı gözyaşı
işten çıktım elim yüzüm üstümbaşım gazete karanlıkta akan bir su gibi vurdum kendimi caddelere hava leylâk ve tomurcuk kokusu havada köryoluna havada suçsuz günahsız gitme korkusu ah desem eriyecek demirleri bu korkuluğun oh desem tutuşacak soluğum
asmak neyi kurtarır öldürmek neyi yaşatmaktır önemlisi güzel yaşatmak abeceden geçirmek kıracın çekirgesini ekmeksiz yuvasız hekimsiz bırakmamak
ah yavrum ah güzelim canım benim / sevdiceğim bitanem kısa sürdü bu yolculuk n'eylersin ki sonu yok! gece leylâk ve tomurcuk kokuyor uy anam anam haziranda ölmek zor!
nerdeyim ben nerdeyim ben nerdeyim? kimsiniz siz kimsiniz siz kimsiniz? ne söyler bu radyolar gazeteler ne yazar kim ölmüş uzaklarda göçen kim dünyamızdan?
asmak neyi kurtarır öldürmek neyi? yolunmuş yaprakları ve kırılmış dallarıyla bir ağaç söyler hangi güzelliği?
kökü burda yüreğimde yaprakları uzaklarda bir çınar ıslık çala çala göçtü bir çınar göçtü memet diye diye şafak vakti bir çınar silkeledi kuşlarını güneşlerini: «oğlum sana sesleniyorum işitiyor musun, memet, memet!»
gece leylâk ve tomurcuk kokuyor üstümbaşım elim yüzüm gazete vurmuşum sokaklara vurmuşum karanlığa uy anam anam haziranda ölmek zor!
bu acılar bu ağrılar bu yürek neyi kimden esirgiyor bu buz gibi sokaklar bu ağaçlar niçin böyle yapraksız bu geceler niçin böyle insansız bu insanlar niçin böyle yarınsız bu niçinler niçin böyle yanıtsız?
kim bu korku kim bu umut ne adına kim için?
«uyarına gelirse tepemde bir de çınar» demişti on yıl önce demek ki on yıl sonra demek ki sabah sabah demek ki «manda gönü» demek ki «şile bezi» demek ki «yeşil biber» bir de memet'in yüzü bir de güzel istanbul bir de «saman sarısı» bir de özlem kırmızısı demek ki göçtü usta kaldı yürek sızısı geride kalanlara
nerdeyim ben nerdeyim? kimsiniz siz kimsiniz?
yıllar var ki ter içinde taşıdım ben bu yükü bıraktım acının alkışlarına 3 haziran '63'ü
bir kırmızı gül dalı şimdi uzakta bir kırmızı gül dalı iğilmiş üzerine yatıyor oralarda bir eski gömütlükte yatıyor usta bir kırmızı gül dalı iğilmiş üzerine okşar yanan alnını bir kırmızı gül dalı nâzım ustanın
gece leylâk ve tomurcuk kokuyor bir basın işçisiyim elim yüzüm üstümbaşım gazete geçsem de gölgesinden tankların tomsonların şuramda bir çalıkuşu ötüyor uy anam anam haziranda ölmek zor!"
Hasan Hüseyin Korkmazgil'in bu güzel şiiriyle başlar haziranın matemi. Hüzün ayıdır haziran, sonbaharın ölümüdür. Sadece Nazım değildir bizi haziranda bırakıp giden. Ahmet Haşim'le başlayan bu hüzün, Hasan İzzettin Dinamo'ya uzanır. "Ne anlar acılardan güzel haziran / Ne anlar bahar?" Hasan Hüseyin Korkmazgil’in 13 yıl yüreğinde taşıdıktan sonra yazdığı şiirin adıdır: “Haziran’da Ölmek Zor”. Nazım Hikmet’in ölümüyle oluşmaya başlayan dizeler, başka bir dostunun, Orhan Kemal’in ölümüyle kağıda dökülmüş ve onun güzel anısına adanmıştır. O halde, haziranı hüzne boğan şairlerimizin başına Orhan Kemal'i koymak hiç de yanlış olmaz. “sokaktayım gece leylâk ve tomurcuk kokuyor yaralı bir şahin olmuş yüreğim uy anam anam haziranda ölmek zor!” Son iki yıldır sağlığı ciddi bir şekilde bozulan Orhan Kemal'i, hem gezi hem de tedavi için gittiği Bulgaristan’da, 1972'nin Haziran'ında kaybettik. Üstelik, edebiyata şiirle başlayan Kemal'i, Nazım Hikmet düz yazıya geçirtmişti. 2 Haziran'ın hüznünü 1991'e taşıdığımızda karşımıza sevdanın ve Anadolu'nun ozanı çıkar: Ahmed Arif. “Canımın gizlisinde bir can idin ki, Kan değil, sevdamız akardı geceye, Sıktıkça cellad, Kemendi…” 3 Haziran 1963. 63'ün en ağır yüküdür Nazım Hikmet, 3 Haziran'ın yağmuru, güneşinin batışı. 1952’de geçirdiği kalp krizinden sonra hasta bir kalple yaşamaya alışmıştı belki. Bursa Hapishanesi’nde geçirdiği yıllardan beri biliyordu kalbinin durumunu. Yine de son yıllarda ölüm daha bir düşüyordu aklına ve dizelerine. Ölümünden birkaç ay önce yazdığı şiirde şöyle diyordu: “Bizim avludan mı kalkacak cenazem? Nasıl indireceksiniz beni üçüncü kattan? Asansöre sığmaz tabut, Merdivenler daracık” Nazım Hikmet, 3 Haziran 1963 sabahı kapıya bırakılan gazete ve mektupları almak için yatağından kalktı. Kapıdaki gazeteleri aldıktan sonra kalbi durdu. Sessizce öldü. Sessizce, çünkü karısı çıkan değil, çıkmayan seslerden korkarak fırladı yataktan. O anı şöyle anlatıyor: “Koridora fırladım ve askılığın yanında, yerde gördüm seni. Sırtınla kapıya yaslanmış, elinle yere dayanmış, bir bacağını Türk usulünce altına almış, ötekini hafifçe ileriye uzatmış, oturuyordun. Beyaz ve alışılmadık bir şekilde sakin yüzünün anlatımından daha ilk saniyede anladım ölmüş olduğunu.” Hasan Hüseyin ise Nazım'ı için devam ediyor: “yıllar var ki ter içinde taşıdım ben bu yükü bıraktım acının alkışlarına 3 haziran ‘63’ü” Nazım Hikmet’in cenazesi iki gün sonra Novadeviçi Mezarlığı’na defnedildi. En ünlü Rusların gömülü olduğu bu mezarlıkta, Turgenyev, Çehov, Gogol ve Mayakovski gibi yazar ve şairlere komşu oldu. Ahmet Haşim de 1993'ün Haziran'ını hazan etmişti. Uzun bir süre kalp ve böbreklerinden rahatsız olan şair, 4 Haziran'ın öğleden sonrası yatağından fırlamış. Bunu göre yeni evlendiği eşi Güzin Hanım, eşinin çıplak ayakla yere bastığını görerek ayağına terlik vermek istemiş. Haşim, terlik giymenin sırası olmadığını söyleyerek yatağa düşmüş ve bir daha kalkamamış. Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Ahmet Haşim adlı kitabında, doktorunun “Keşke bir an evvel ölse de kurtulsa; çünkü her gün çektiği azap bin ölüme bedeldir” dediğini yazar. Aynı kitapta ölüm haberini alınca, bir yıldır beklemesine rağmen yıldırımla vurulmuşa döndüğünü de anlatır. On dört yaşından itibaren tek geçim kaynağı yazı olan, tepkileri ve romanlarından daha roman olan hayatı ile, Peyami Safa da bir Haziran gününde yaşama veda etmiştir. Hastalıklar ömrü boyunca peşini bırakmamıştır, hatta 9. Hariciye Koğuşu'nda da kendi hastalığını anlatmıştır. Peyami Safa, tek çocuğu Merve Safa'nın ölümünden 4 ay sonra 15 Haziran 1961'de aramızdan ayrılmıştır. Söylendiğine göre, Türk Düşüncesi Dergisi'nde yazıları çıkan entelektüel sevgilisinin evinde öksürük nöbeti tutmuş ve ardından kan kusmuş, “İşte bu fena!” da son sözleri olmuştur. William Golding, Henry Miller, Ray Bradbury, Maksim Gorki, Charles Dickens ve Franz Kafka gibi dünyaca ünlü yazarlar da haziran ayında kaybettiğimiz değerlerdendi. Haziran ayının bu hüzünlü tesadüfü böylece yıllara ve dünyaya yayılmış. Kaynak: 1, 2
Yorum Bırakın