“Sadece içimde susmak istemeyen bir ses olduğu için yazıyorum!”
Manik depresif teşhisi konmuş elektroşok tedavisi görmüş küçük bir kızken babasını yitirmiş, ileride hayatımın aşkı dediği kocasının onu aldattığını öğrenmiş ve daha gençken birçok intihar girişiminde bulunmuş hayatı boyunca bunalımdan bunalıma koşmuş, yapmak istedikleriyle yapması gerekenler birbirine uyuşmayan, Sylvia Plath'ın bir bakıma içini dökmesi Sırça Fanus.
Tıpkı Sylvia gibi o da hayatı boyunca ödüllerin ve yüksek notların peşinde koşan daha küçük bir kızken edebiyata ilgi duymaya başlayan Esther Greenwood’un New York’a bir dergide staj yapmak için gelmesini ve bununla beraber hayatındaki ve fikirlerindeki değişimi anlatıyor Sylvia'nın yayınlanan ilk ve tek romanı.
On dokuz yıllık yaşamında ilk defa kasabasından ayrılan Esther, New York'a gelmesinin ardından kendisini ve çevresini daha iyi tanımaya başlar. Hayatın belirsizliği, öğrenim yaşamı boyunca her istediğini elde edip sonrasında istediği işe kabul edilmeyişi, gelecek kaygısı, erkeklerle olan ilişkileri yüzünden yavaş yavaş yaşamla olan bağları koparacak, kendisini adeta bir sırça fanusun içine hapsolmuş gibi hissedecektir. Annesinin ile çevresinin baskısı ve ardından akıl hastanesinde geçirdiği tüm o zamanlar onu kendi hazırladığı sonuna bir adım daha yaklaştıracaktır.
“Garip, boğucu bir yazdı. Rosenberg'leri elektrikli sandalyede idam ettikleri yaz. Ve ben New York'ta ne aradığımı bilmiyordum...”
Böyle başlıyor Sylvia, yaşamı boyunca yazdığı tek düz yazı eseri olan Sırça Fanus'a. Ruh halini böylesine basit üç cümlesiyle özetliyor aslında. Mekandan soyutlanmanın en güzel örneklerinden birini verdiği bu ilk cümleleriyle bir sıkıntı, bir ölüm kokusu yayılıyor yazının her yerine.
Tıpkı Sylvia gibi o da hayatı boyunca ödüllerin ve yüksek notların peşinde koşan daha küçük bir kızken edebiyata ilgi duymaya başlayan Esther Greenwood’un New York’a bir dergide staj yapmak için gelmesini ve bununla beraber hayatındaki ve fikirlerindeki değişimi anlatıyor Sylvia'nın yayınlanan ilk ve tek romanı.
On dokuz yıllık yaşamında ilk defa kasabasından ayrılan Esther, New York'a gelmesinin ardından kendisini ve çevresini daha iyi tanımaya başlar. Hayatın belirsizliği, öğrenim yaşamı boyunca her istediğini elde edip sonrasında istediği işe kabul edilmeyişi, gelecek kaygısı, erkeklerle olan ilişkileri yüzünden yavaş yavaş yaşamla olan bağları koparacak, kendisini adeta bir sırça fanusun içine hapsolmuş gibi hissedecektir. Annesinin ile çevresinin baskısı ve ardından akıl hastanesinde geçirdiği tüm o zamanlar onu kendi hazırladığı sonuna bir adım daha yaklaştıracaktır.
“Garip, boğucu bir yazdı. Rosenberg'leri elektrikli sandalyede idam ettikleri yaz. Ve ben New York'ta ne aradığımı bilmiyordum...”
Böyle başlıyor Sylvia, yaşamı boyunca yazdığı tek düz yazı eseri olan Sırça Fanus'a. Ruh halini böylesine basit üç cümlesiyle özetliyor aslında. Mekandan soyutlanmanın en güzel örneklerinden birini verdiği bu ilk cümleleriyle bir sıkıntı, bir ölüm kokusu yayılıyor yazının her yerine.





Yorum Bırakın