Fight Club,
Chuck Palahniuk tarafından yazılmış olan aynı isimli roman üzerinden çekilen kült filmdir.
Seven, Gone Girl ve Benjamin Button gibi sıra dışı filmlerin yönetmeni
David Fincher'ın yönettiği filmin başrollerinde
Brad Pitt, Edward Norton ve
Helena Bonham Carter rol almıştır. Efsanevi yıldızların oyunculuğu Fincher'ın yönetmenliğiyle parlamıştır. İlk yayınlandığı dönemden beri izleyicinin ilgisini hâlâ kaybetmemiş olan filmin bu kadar tutulmasının sebebi, kapitalist dünya düzenine ciddi bir eleştiride bulunuyor olması. Tüketici toplumunun kendi içinde robotlaştığına, yozlaştığına ve mutsuzlaştığına dair yapılmış en orijinal yorumlardan birisi aslında.
Filmin merkezine oturmuş karakterlerin hepsinde bohem, sıra dışı ve eksantrik bir hava hakim. Karakterlerin ilgi çekiciliğini arttırmak, kapital düzenin insanı gerçekten derinden etkilediğini anlatmak amacıyla hepsi birtakım psikolojik rahatsızlıklardan muzdarip. İlk bakışta hepsine "deli" diyebileceğimiz bu insanlara bu kadar sempati duymamızın sebebi deliliklerinde kendimizi görmemiz. Ve onların psikolojik sorunları sayesinde onlar ne yaparlarsa yapsın -ne kadar saçma olursa olsun- haklı çıkarma isteği aşılıyor Fincher. Aslında yönetmenin amacı içinde bulunduğumuz sisteme ne kadar yabancı olduğumuzu bu karakterler ve rahatsızlıkları yoluyla anlatmak.
Paranoid Şizofreni ve Çoklu Kişilik Bozukluğu'nun Fight Club'a Yansıması
Filmde
Anlatıcı (
Edward Norton), duygusal problemleri olan, belirli aralıklarla zamandan kopan, dejavu duygusunu sürekli yaşayan bir karakterin yansımasıdır. Anlatıcı sürekli olarak diken üstünde ve gergindir. Terapi gruplarına katıldığında
Marla -film için önemli diğer bir karakter- adında bir kadınla karşılaşır. Marla'ya olan tavrı hep şüphecidir. Marla'nın onu her yerde takip ettiğini, sürekli ona takıntılı olarak baktığını düşünür. Onun çevresine karşı takındığı bu kuşkucu tavır ve paranoya
paranoid kişilik bozukluğuna dair ipuçlarıdır.
Filmin ilk başlarında algılayamadığımız fakat sonlarına doğru fark edebildiğimiz bir gerçeklikle karşılaşırız.
Tyler Durden (
Brad Pitt), Anlatıcı'nın hayali arkadaşıdır. Hatta olmayı arzuladığı bir alt kişilik de diyebiliriz. Anlatıcı'nın çoklu kişilik bozukluğu yaşadığını anladığımız karakterdir.
Dissosiyatif Kimlik Bozukluğu olarak bilinen Çoklu Kişilik Bozukluğu, bilinç, hafıza, kimlik ve algının parçalanması durumunu ifade eder. Anlatıcı, Tyler Durden kişiliğini bir savunma mekanizması olarak kullanıyor. Tyler'ın Anlatıcı'ya kıyasla daha dominant, ne istediğini bilen ve ona göre hayatını yaşayabilen bir kişiliktir. Bu nedenle Anlatıcı başa çıkamadığı ve mutsuz olduğu hayatını daha dominant olan bir diğer kişiliğinin ellerine bırakıyor: Tyler Durden'a. Aslında Tyler Anlatıcı'nın zihninde yer alıyor ve onun dissosiyatif kimlik bozukluğunun bir parçası. Hatta filmin bir sahnesinde Tyler Anlatıcı'ya onun olmak istediği tek şeyin kendisi olduğunu söylüyor. Fight Club'ı ikinci kere izlemenin en keyifli yanlarından biri de bu. Tyler'ın bu cümleyi kurduğu anda gülümsemek.
Anlatıcı'nın hayali arkadaşı, süregelen kaygıları ve sanrılı düşüncelerinin "Dövüş Kulübü" adındaki bir kuruluşta beden buluyor olması
paranoid şizofreni belirtilerinden denilebilir. Anlatıcı, normal davranışlara sahip biridir ama konu dövüş kulubüne geldiğinde tavırlarında akılalmaz bir değişim gözlemlenir. Var olmayan hayali arkadaşından Marla'yı kıskanıyor olması, dünyaya gönderilmiş özel biri olduğuna dair inancı ve belli hareketleriyle ekonomik dengeleri dahi değiştirebileceğini düşünmesi, hayali kimliği ve arkadaşı olarak tanımladığımız Tyler'la kişilik bölünmesi yaşaması ve insanların onu sürekli takip ettiğini düşünmesi paranoid şizofreni belirtileri olarak verilebilir.
Psikolojik rahatsızlıklar, Fight Club'ın konusuna ve işlenişine başarılı bir şekilde yedirilmiş olsa da her film de olduğu gibi rahatsızlıklar tamamıyla doğru işlenmemiş. Bu nedenle karakterlere kesin bir etiket yapıştırmak hayli zor. Fakat Fight Club'ın anlatmak istediği değerlerle yansıtılan rahatsızlıklar birbirini neredeyse tamamlıyor. Tüketim toplumunun asla mutlu olmamaya programlanması, insanların insani yönünü yitirerek dayanılmaz bir acı ve yersiz bir umutla yaşlanması ve bunun gibi 21. yüzyıl insanına hitap eden konuları psikolojik rahatsızlıklar beslemiş.
Yorum Bırakın