65. Akademi Ödülleri’nde Türkiye’nin ‘yabancı dilde en iyi film’ dalında Oscar aday adayı olarak gösterilen Piano Piano Bacaksız; Susuz Yaz ve Uçurtmayı Vurmasınlar filmlerinden sonra Oscar’a aday gösterilen üçüncü filmimizdir. Ayrıca 17. Uluslararası Frankfurt ve San Sebastian Film Festivalleri’nde de ‘En İyi Film’ ödülü almıştır. 4. Ankara Film Festivali’nde ise filmi gözünden izlediğimiz Kemal karakteriyle Emin Sivas ‘Umut Veren Yeni Erkek Oyuncu’ ödülünü kazanmıştır.
1991 yapımı bir film olup, Tunç Başaran’ın Uçurtmayı Vurmasınlar filminden sonraki ilk filmidir. Film Kemal Demirel’in ‘Evimizin İnsanları’ adlı kitabının bir uyarlamasıdır; Kemal karakteriyle yazar kendi çocukluğunu anlatmaktadır. Üstelik filmde Müşfik Kenter’in sesiyle dinleriz karakterin o güzel yıllara olan sevgi ve özlemini…
1940’lı yılların İstanbul’unu anlatan film halkın 2.Dünya Savaşı’ndan nasıl etkilendiğini ve çekilen sefaleti; eski bir konağa sığdırılmış birbirinden çok farklı ama bir o kadar da iç içe hayatlarla anlatmaya çalışır bizlere. Filmde başrole tek karakter oturtturulmaması, hepsinin hikayesine ayrı ayrı tanık olmamız ile yönetmen belki de hayatların birbirinden ne eksik ne de fazlası olduğunu anlatmaya çalışmıştır. Sadece Kerim Dayı’nın bir hayal fazlası vardı diğerlerinden… Ki zaten kolektif bir hayal olduğundan, konağın umudunu temsil ediyordu. Filmde Kerim karakteri Rutkay Aziz tarafından canlandırılmış ve birçok insan tarafından oyunculuğu eleştirilmiştir; ancak bana kalırsa oldukça başarılı bir oyunculuğa imza atmış.
Karakter çeşitliliği olarak da oldukça zengin olan filmde, her karaktere farklı kumaştan elbiseler giydirilmiş. Senai ve Feriha’nın eşine rastlanması çok zor olan aşk hayatına tanık olurken, Tevfik’in annesi ile birbirine bağlılığı ve bir annenin oğlu için yapacağı fedakarlıklara şahit oluruz. Kemale hayatın bir yüzünü babası öğretirken, diğer yüzünü Kerim Dayı’dan öğrenir. Her sahnede de içimizi ısıtacak bir şeyler görürüz karakterlerden.
Bazı filmler vardır kendi dertleriyle bizleri de karanlığa sürüklemek istemez, aksine arayan herkesin karanlıkta gözünü alacak bir ışık bulabileceğine inandırır bizleri. Piano Piano Bacaksız’ın da bu filmlerden biri olduğunu düşünüyorum. O yüzden ağlatarak değil de tebessüm ettirerek empati kurdurmak istiyor bizi konak ile. Filmi izleyince konağın da bir ruhu olduğu ve sadece bir mekanı temsil etmediğini anlamak da çok zor olmuyor.
Filmde kullanılan müziklere de ayrı bir parantez açmak istiyorum. Can Kozlu tarafından bestelenmiş caz melodilerinden yükselen saksafon sesi kendimizi bu büyülü masala kaptırmamızı kaçınılmazlaştırıyor.
Filmi izlemek için birçok sebep olduğunu düşünerek, zaman kaybı olarak görülmesi için çok az sebebin olduğunu düşünmekteyim.
Yorum Bırakın