Manevi Bir Mücadele: Harlem Rönesansı

Manevi Bir Mücadele: Harlem Rönesansı
  • 5
    0
    1
    0
  • 1920'lerde Güney eyaletlerden bazı insanlar Kuzey eyaletlerinin bir kısmına geçmeye başlayınca Büyük Göç ortaya çıktı. Kuzey eyaletleri Afro-Amerikan halka ev sahipliği yapmaya başlayınca özellikle New York Harlem’de büyük bir demografik değişiklik meydana geldi. Ekonomik sorunlar ve ırkçılıkla her zaman karşılaşan göçmenler, Harlem'i yeni evleri olarak kabul edip edebiyat, müzik ve sanat alanları haline getirdiler. Bu nedenle, bu harekete Harlem Rönesansı dendi. Manevi bir mücadeleye yardımcı olan Harlem'e göç, sanatlarını gösterebileceklerini hisseden siyahi insanlar için bir tür yeniden doğuştu. Onlar, müziği, sanatı, edebiyat biçimlerini zor zamanlarını ifade etmenin bir yolu olarak kullanmaya başladılar.

    Ruhsal bir olgunlaşma olarak tanımlanan ‘Harlem Rönesansı’ terimi, müzik, edebiyat, şiir, düzyazı, resim, heykel, dans gibi sanatın her yerinde görülebilir. O zamanlar en önemli yazar ve şairlerden biri olan Langston Hughes, bu olgunlaşma için 'her koyu tenli bireyin benliklerinin ifadesidir' demiş ve aynı zamanda bu olayın 'siyasi ve sivil haklarını savunmak için yeni bir militanlık' haline geldiğini söylemiştir. Bir kültür haline gelen bu terimi, Afro-Amerikanlar çok benimsediler çünkü sonunda köle gibi değil de tam anlamıyla özgürlüklerine sahip olduklarını hissettiler. Özgürlüklerine adım atmada çok fazla yeri bulunan sanata fazlasıyla ilgi duyan siyahiler, birçok yazar ve sanatçıdan çok şey öğrendiler. Yine bu manevi mücadelenin önde gelen isimlerinden olan Langston Hughes, ‘’Biz genç yaştaki siyahi sanatçılar, artık korku ve utanç duymadan koyu renkli özbenliklerimizi ifade edebilmek istiyoruz.’’ dedi ve bunu başarabildiklerini tüm dünyaya gösterdiler. Aynı zamanda siyahi yönetimler tarafından da desteklenen bu hareket, daha geniş ortamlar ve fırsatlar sunma potansiyeline sahip beyazların desteğine de dayanıyordu. Eşitsizliği ortadan kaldırmak isteyen insanlar sanatla bir araya gelmişti. Büyük Göç, Harlem'e muhteşem zihinleri ve harika yetenekleri, hayalleri ve fikirleri göstermek isteyen Afro-Amerikan sanatçıları ve aydınları getirdi.

    Daha yüksek değerlerde yaşamak isteyenler bu bölgeye gelmiş ve toplumdan her yönüyle yararlanmaya karar vermişlerdir ama tabii ki yeni bir topluluğa giren bireyler için hem olumlu hem de olumsuz sonuçları olmuştur. Yurt dışından gelen bazı siyahi göçmenlere karşı birçok vatandaş ırkçılık göstermiş, eşitlik taraftarı olan insanlar ise yabancı ve farklı işler görmekten mutlu olmuşlardır. Gelişme devam ettikçe, o bölgede dergiler, gazeteler, müzik şirketleri, tiyatrolar ve çok sayıda yayınevleri oluşmaya başladı, bu da sadece yoksul olan siyahiler değil, aynı zamanda sanatçılar, yayıncılar, entelektüeller ve sofistike insanlar gibi zengin siyahiler olduğu anlamına da geliyordu. Bunlar, o dönemde yoksul olsa da çok güzel işler çıkarabilen siyahi yazarları, şairleri ve sanatçıları destekliyorlardı. Harlem'in ruhundan etkilenen yazarlar ve şairler, oradaki yaşam hakkında birçok şey yazmış ve amaçlarının Harlem'deki tüm gerçekliğiyle siyahilerin günlük yaşamlarını yansıtmak olduğunu söylemişlerdir. Edebi eserlerini metaforlar ve yerel konuşma dili kullanarak destekleyen yazar ve şairler, hayatlarındaki değişiklikleri anlatmış, gerçekçiliğin yansımasını ayrıntılı olarak tüm insanlara sunmak, açıklamak istemişlerdir. Bunu başaran siyahiler için Harlem, tek huzurlu yer olarak sembolik bir anlam kazandı. Ortak görüşe göre, hükümetin sorumluluklarından biri, ırk ve sosyal statü gözetmeksizin vatandaşların uyum içinde yaşadığı bir ortam yaratmaktı. Herkes özgür ve eşitlikçi olmalı, iş ve eğitim için aynı fırsatlara sahip olmalıydı.

    Langston Hughes, Claude McKay ve Georgia Douglas Johnson gibi Harlem Rönesans aydınları, siyahi hayatın güzelliğini ve acılarını eserlerine döküp kendilerini ve kültürlerini beyazların varsayımlarının ötesinde anlatmaya çalıştılar. Kimisi şiirlerini protesto mesajı olarak kullanırken kimisi kültürel gelişmeye daha fazla önem verdi ve şiirlerini yine siyahilerin başarıyla sürdürdüğü caz ve blues’un ritimleriyle birleştirdi. İlk zamanlarda kendi kimliklerini bulmakta zorluk yaşasalar da kendilerine özgü müzik, yaşam tarzları ve kültür sayesinde kendilerini kimliklerini bulmaya teşvik ettiler. İşte caz müziği de bu siyahi kültürler arasında bir köprü görevini üstlendi, sonucunda da bütün siyahi insanları birleştirdi. Bu nedenle, caz müziği Harlem Rönesansı hareketinin önemli bir parçası haline geldi ve insanların siyahilerle ilgili tüm ön yargıları yok etmelerine yardımcı oldu. Caz sayesinde sanatçılar toplumun her kesimiyle ve her tür insanla iletişim kurmaya başladı. Farklılıkları ve ayrımları ortadan kaldırmaya başlayan bu tür, modern toplumun köprüsü ve siyahilerin simgesi haline geldi. Bu müzik ne kadar çok popülerleşirse, siyahiler de o kadar çok ulaşmak istedikleri Amerikan rüyasına yaklaşıyorlardı.

    Harlem Rönesansı, Afro-Amerikan kökenli sanatçılar, yazarlar ve müzisyenler için altın bir çağdı. Bu yeniden doğuş, popüler kültüre siyahi deneyimin nasıl tasvir edilmesi ve sivil haklar hareketine zemin hazırlaması konusunda güven ve etki sağlamış, daha kültürel bir element haline gelmişti. Aynı zamanda Afro-Amerikan sanatının büyük eserlerine dikkat çekmiş ve gelecek nesillerdeki Afro-Amerikan sanatçılara ve düşünürlere ilham verip onları haklarını koruma, sanatını yayma konusunda motive etmiştir. Böylece Harlem'den çıkan bu yaşamların, kimliklerin ve kültürün otoportresi, Güney'in ırkçı ve küçümseyen varsayımlarını sorgulayarak dünyaya yayılmış, eşitlik ve bütünlüğün sağlanması da hız kazanmıştır.


    Yorumlar (1)
    • Harika bir yazı olmuş. Siyahi draması üstüne çalıştığım bu dönemde denk geldim yazına, ben de August Wilson, Amiri Baraka gibi isimler ve tiyatro oyunlarına dair bir şeyler yazacağım ilerleyen günlerde. Böyle yazılarını keyifle okurum ve devamını isterim :)

      Yorum Bırakın

      Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.