''Belki aynı yerde aynı şeyleri hissettik ama birbirimizi fark edemedik.''
Kırmızı, yönetmen Krzysztof Kieslowski'nin 1994 yılında yayınlanan, başrolünde İrene Jacob'ın rol aldığı, yönetmenin kendisiyle özdeşleşmeyi başarmış olan üçlemesinin son filmidir.
Genç, merhametli, iyimser Valentine ve yaşlı, yorgun, alaycı emekli yargıç Joseph Kern. Valentine'in yargıç Joseph'in köpeğine çarpması üzerine bu ikilinin yaşamı kesişiyor. Joseph'in, komşularının telefon konuşmalarını dinlediğini öğrenen Valentine'in dünyası, mahremiyet, aşk, gerçek ve adalet gibi kavramlar üzerine yeni sorgulamalar üretmeye başlıyor. Joseph, mesleğinin verdiği deneyim ile, insanların iyi şeyler yapmasının sebeplerini; suçluluk duygusu, gerçek şefkat diye bir şeyin olmaması ve sevginin doğasında bir bencillik bulundurması olarak açıklıyor. Bu durumdan da yakınıyor.
Yargılamaktan vazgeçmiş, insanları ve hayatı yargılamanın imkansızlığını kabul etmiş bu yargıç ve iyimser Valentine'in birbirini nasıl etkilediklerine, film boyunca şahit oluyoruz.
Kader, merhamet, adalet, gerçeklik, tesadüf gibi kavramları işleyen bu film için, kırmızıdan daha anlamlı bir renk ve ad düşünemiyorum..
Filmin sonunda, binden fazla yolcunun hayatını kaybettiği tekneden yalnızca üçlemenin diğer iki filminden tanıdığımız ana karakterler sağ çıkması, bize, bütün serinin yönetmen tarafından görünmez bir iple birbirine bağlandığını düşündürürken, üçlemenin yeni olasılıklarla dolu yaşamlara umut olduğu hissini veriyor.. Ve bütün bu düşünceler ve hislerle, hepimiz Kieslowski'nin sanatını bir kez daha takdir ediyoruz.
Mavi hakkında çok okuduk, kırmızı hakkında çok yerinde ve naif bir inceleme olmuş. 🥀