Realizm akımıyla ortaya çıkan şiirin içinde gerçekliği yansıtan ve düşsel hiçbir şey barındırmayan parnasizme tepki olarak 19. yüzyılın ikinci yarısında doğmuş, gerçeği gerçeğin kendisinden aldığı izlenimlerden yola çıkarak aktarmaya çalışan bir akımdır sembolizm.
Bilim ve sanayileşmenin çok fazlalaştığı, bu fazlalaşmayla oluşan Sanayi Devrimi’nin insanlarda yarattığı etkiyi, kentleşmeyi, kırsal alanlardan uzaklaşıp şehirlere yönelmeyi, makineleşmeyi ve makine gücüyle çalışan her şeyi reddeden sembolistler kendilerini duygusallığa, düşüncelere, öznelliğe vermişlerdir. Bu dönemde dekadizm yani çöküşçülük olarak adlandırılan kötümserlik ve aşırı duyarlılık gibi anlamlara gelen felsefi bir görüşten etkilenen sanatçılar ve edebiyatçılar alışılmamışı eserlerine getirmek istemişlerdir.
Bu akımın en önemli birkaç sanatçısı Charles Baudelaire, Paul Marie Verlaine, Stephane Mallarme gibi tanınmış insanlardır ve romantizm akımındaki doğayı düşüncelerle duygularla yansıtma kısmı bu sanatçıların, şairlerin eserlerinde de görülür ama çok üstü kapalı bir şekilde anlatırlar, yani dünyanın ve doğanın insan üzerindeki etkisini anlatmak için daha kapalı bir yol izlenmiştir bu eserlerde, bu etki açıkça dile getirilmez ki okuyan, gören insanlar kendileri bir çıkarım yapsın. Hatta bu insanlar aynı şiirden, resimden, tiyatrodan farklı sonuçlar elde etsin ki o zaman yaptığımız iş mükemmel olsun diye düşünmüşlerdir simgesel akımın takipçileri. Bu kapalılık sembolistlerin anlatacakları konuyu sanki buzlu bir camın arkasından anlatıyormuşçasına bir hava verir ve eserlerindeki belirsizlik isteği de onlara, anlattıklarını yine bu camın arkasından seyrediyorlarmış gibi bir izlenim verir. Sembol kullanımları duygu aktarımında çok önemlidir ve metaforlar çokça kullanılmıştır bu eserlerde. Yani varlıkların tam ve gerçek adını söylemek yerine onları betimleyerek, benzetme yolunu kullanarak anlatmaya çalışırlar tıpkı adalet için terazi sembolünü, ölüm için güneşin batışı sembolünü kullanmak gibi.
Sembolistler, sembolizmi her bilimden üstün görmüşler ve sanat sanat içindir anlayışını savunmuşlardır. Bu akım daha çok şiiri etkilediği için şiirde çok fazla örnekleri görülür ve bu akımın şiirlerinde müzik, sözden daha önemlidir. Lirizmin egemen olduğu bu şiir türlerinde serbest biçim kullanılır. Yazarın belli bir durumu, duyguyu, düşünceyi farklı bir duygu, düşünce ve durum olarak insanlara yansıtmak istediği bu türde yazarlar gerçekliğin karamsarlığından hayallerini farklı şekillerde, sembollerle tarif ederek kaçmak istemişlerdir. En bilinen örneğiyle, vaktin çok kısa olduğunu, hemen gelip geçtiğini, hiçbir şeyin yanımızda kalmayacağını belirtmek için vakit nakittir sözü bile bu akıma uygun bir sözdür.
Sembolizmin bildirisini yazmış olan Jean Moreas, akım hakkında “Sembolist şiir, fikri duygusal bir biçimde örter. Aslında, amacı sadece duygusal bir biçim değildir. Bu duygusal biçim hem fikri ifade etmeli, hem de bağımlı kalmalıdır. Fikri de, aynı şekilde, dış benzerliklerin göz alıcı giysilerinden yoksun bir biçimde görünmemelidir. Çünkü sembolik sanatın belli başlı karakteri, bizzat doğa tabloları, insanların hareketleri, bütün somut olaylar kendiliklerinden ortaya çıkmamalıdır. Bunlar, bir şeylerin esas fikirle olan anlaşılması güç ilişkilerini göstermeyi amaçlayan, algılanabilen dış görüntülerdir.” demiş ve akım hakkında önemli ipuçları vermiştir.
Resimlerde görülen canlı renkler, sık sık kullanılan soyut formlar, aşk, ölüm, korku arzu gibi duygusal ve akılcı temalar sembolizmin yapı taşıdır aslında. Odilon Redon bu akımın resim alanında öncülerindendir ve realist bir yazar olan Gustave Flaubert’in şiirlerini hayali figürlerle resmetmiştir. Paul Gauguin ise Vaazdan Sonraki Hayal adlı eseri bazı eleştirmenler tarafından sembolizmin ilk tanımlayıcı tablosu olarak görülmüştür. İncil’deki, Yakub’un melekle mücadele ettiğini resmettiği bu tabloda kullandığı canlı kırmızı renk, yassı formlar gerçekdışı düşsel bir görüntüye vurgu yapmak istemiş ve dövüşün fiziksel değil de görsel bir şey olduğunu anlatmaya çalışmıştır. Resimde ortadan geçen yassı şekildeki ağaç da gerçek dünya ile beynimiz arasındaki farklılığı ayıran bir çizgidir aslında.
Kısacası sembolistlere göre gerçek olan şey, görünenden farklı ve görünenin ardında gizlidir. Dış görünüşe takılıp kalmak, insan düşüncesini doğru sonuçlara ulaştırmaz ve insanı gerçeğe yaklaştırmaz. Asıl gerçekliği yakalamak için sadece gözlem ve deneyle sınırlı kalmamalı, bunları aşan noktalarda mutlaka sezgiye ve yaratıcı hayal gücüne başvurulmalıdır. Varlık ve olaylar, ancak onların derinlerine nüfuz edebilecek bir sezgisellik içinde yaratıcı hayal gücünü devreye sokabilen bireyler tarafından gerçek anlamıyla anlaşılabilir. İnsanın ulaşabileceği bilgi, onun beş duyu algısıyla sınırlanamayacak özelliktedir. Duyuların sınırlarını zorlayarak ve aşarak bu bilgiyi elde etmek olanaklıdır.
Yorum Bırakın