''+Hiç aşık olmadın mı?
-Çok kez oldum ama hiçbiri istediğim kadar derin değildi.''
Hayatınızdaki her şeyin yolunda gittiği bir an olur. Siz farkında olmadan, yaşamınızın altın çağını yaşadığınız bir dönem.. Bazılarımız bu altın çağı geride bırakırken, bazılarımız henüz bahsi geçen çağın yakınından bile geçmedi. Ancak şimdi filme dönmek için ana karakterimizin altın çağını hayal etmeye başlamalıyız: Zirvesinde olduğunuz bir kariyeriniz, baharında olduğunuz bir gençlik, tüm kaprislerinizi rızayla çeken dostlarınızın olduğu bir yaşamdan bahsediyorum. Film, hayatı tam olarak bu kadar yolunda giden Cleo'nin saat 5 ve 7 arasındaki ölümcül bir hastalığa yakalanıp yakalanmadığını test ettiği biyopsi sonucunu ve sancılı bekleyiş sürecini bize anlatıyor.
''Kendi korkularımı göremiyorum. Herkesin bana baktığını düşünüyorum. Sadece kendimi düşünüyorum. Bu beni tüketiyor.''
Cleo, kendisinin farkında olan, oldukça sevimli bir ses sanatçısı. Çevresindeki herkesin, onun en ufak memnuniyetsizliğini 'kapris' olarak nitelendirdiği, küçük bir çocuk adeta. Ama sahip olduğumuz yeteneğin ve güzelliğin farkına vardığımızda hepimiz bir Cleo değil miyiz? Cleo'nin filmde tasvir edilen çerçevesine benzer bir dönüşüm geçirmiyor muyuz? Cevap benim için evet ve Cleo uzaktan şatafatlı görünen, kendi kusursuz(!) döngüsü içerisinde savrulurken, biz de dönemin Paris sokaklarında, çeşitli mekanlarda oldukça hoş bir gezintiye çıkıyoruz.
''Çirkinlik ölümün bir şeklidir. Güzel olduğum sürece yaşıyorum demektir.''
Bana kalırsa, Cleo'nin en büyük sorunu anlaşılmamaktı. Çevresini saran batıl inançlar, çizdiği şımarık kadın imajının arkasında 'gerçek ve basit' tek bir ilgiye muhtaç olması, insanların onun ağzından çıkanları derin bir iç çekiş ve 'yine kapris!' etiketi yapıştırmadan dinleyebildikleri tek bir an. Gerçekten önemsendiği ve bunu hissettiği tek bir an'ın arayışındaydı. Nitekim filmin sonunda, henüz yeni tanışmış olduğu izinli asker Antoine, onunla hastaneye gittiğinde, sanırım o sonsuz girdabını kırıp, arayışında olduğu an'a sahip oldu.
Filmden sonra kafamın içerisinde bir süre bu şarkı çalıp durdu. Aradaki dağları ve denizleri aşıp Bülent Ortaçgil'in çok sevdiğim 'Şık Latife' adlı parçası ve Yeni Dalga'nın bu başyapıt niteliğindeki filminin unutulmaz karakteri Cleo arasında bir kültür bağı kurmayı başardım..
''Kulağa ne kadar hoş geliyor. Bir inci tanesi ve kurbağa. Sen ve ben.''
Yeni Dalga akımının büyükannesi olarak anılan Agnes Varda, bu filmin yönetmen koltuğunda oturuyor. Yönetmen koltuğunda onun oturmuş olması, benim için sinemaya bir kadının dokunuşunun, bir kadının dünyayı algılayış ve yansıtış biçiminden, bir şeyleri anlamlandırma çabamızın kusursuz bir örneği. Aynı zamanda film, yönetmenin uzun metrajlı ikinci filmi olması açısından da hem sinema tarihi hem de bizim için ayrı bir yere sahip. Filmde Anna Karina ve Godard'ı görmemizin de filmin anlamlı detaylarından biri olduğunu belirtmeden geçemiyorum. Filme dair size son bir alıntı bırakarak, içeriği noktalarken, izleyecek olan herkese şimdiden iyi seyirler diliyorum.
Yorum Bırakın