Simone De Beauvoir : ‘Hayatın Anlamı’

Simone De Beauvoir : ‘Hayatın Anlamı’
  • 4
    0
    1
    0
  • Hayatın anlamı açıklanmaya çalışıldığı zaman, genellikle belli belirsiz bir şekilde dinden yararlanmaya çalışılsa da pek çok filozof daha seküler cevaplar bulup vermeye cesaret etmiştir, ancak onlar için dünyanın başlıca inançlarının eskiden beri anlatılan hikayeleriyle rekabet etmek zor olmuştur. İnsanların bu konu üzerinde yaptığı metaforların zenginliği tarihsel gerçeği aşmıştır, aslında tıpkı TS Eliot'un Four Quartets'te yazdığı gibi insanlar gerçekten "çok fazla gerçekliğe dayanamaz". Belki de devam etmemizi sağlamak için hikayelere ihtiyacımız vardır, belki de bu yüzden sevginin kökeni üzerine bilgi vermeye çalışıp Şölen’i yazmış olan Platon'u seviyoruzdur.

    Platon'un felsefi projesi, Simone de Beauvoir gibi varoluşçuların, eski din efsanelerinden kurtulmak istediklerini en açık şekilde gösteren bir hikayedir. Atinalı dindar idealizm, fiziksel dünyayı, ‘daha yüce bir gerçeğin ve değişmeyen düşüncelerin kusurlu bir yansıması’ olarak reddetse de Simone de Beauvoir için, dünya yaşamı büyüleyici ve bedenseldi, yani aslında durağan olmayan her şeydi. Beauvoir'ın The Ethics of Ambiguity'de tartıştığı gibi, maddi gerçeklik kusurlu bir kopya değil, özgürlüğü ve sorumluluğu kullanmak ve kendi amaçlarımızı belirlemek için içine atıldığımız bir ortamdır.

    De Beauvoir için de ortağı Jean-Paul Sartre için de bizim en büyük ahlaki zorunluluğumuz başkalarının hayatta anlam bulmaları için onların özgürlüğünü korurken, kendi hayatımızın anlamını oluşturmak olduğunu iddia etmiştir. Yani herkes kendi hayatının anlamını kendisi oluşturulmalıdır ama bunu yaparken başkalarını kısıtlamamalıdır ki onlar da hayatlarının anlamını bulabilsin. Simone de Beauvoir "Yalnızca özgürlüğü reddetmekle ilgilenen bir özgürlük reddedilmelidir."  diye yazmış, ve böyle bir ifadeyi Karl Popper'ın Hoşgörü Paradoksu açısından düşünmemize sebep olmuştur, ancak bu fikir Simone de Beauvoir'ı, Popper'ın savunduğu liberalizmden ve daha radikal bir felsefi yönden farklı bir yöne yönlendirmiştir. De Beauvoir'ın varoluşçu feminizmi, bizi önceden belirlenmiş rollere kilitleyen ve rızamız veya kontrolümüz olmadan hayatımızı şekillendiren belirli toplumsal kimlik kategorileri hakkında temel sorular sormuştur. Platonik bir düşünce değil, tarihsel bir üretim olan kadınlığın toplumsal yapılanmalarının, onun seçtiği hayatının anlamını tam olarak kavramasına engel olduğunu, kısıtladığını fark etmiştir.  O, üretken yazımına, öğretimine ve eylemciliğine rağmen, erkek akranları tarafından ciddiye alınmak için çok mücadele etmiştir. Özgürlüğünü kısıtlayan onu yok sayan düşüncelerine saygı göstermeyen bir sürü insan onu geri plana atmaya çalışmıştır. Bu geri plana atılmalar sadece ‘kadın’ olduğu içindir aslında. Bu olaya daha yakından bakarsak bunun sadece siyasi bir sorun değil, aynı zamanda varoluşsal bir sorun olduğunu da görürüz.

    Bu düşünceyle yola çıkan De Beauvoir da The Second Sex’te tartıştığı gibi, cinsiyet kategorileri kadınları ‘başkalarına’ dönüştürmüştür demiştir, yani ideal olarak yorumlanan erkeklerin kusurlu bir kopyalarına. ‘Kadın olarak doğulmaz, kadın olunur’ diyen de Beauvoir, bu düşüncenin de ‘ötekileştirdiğini’ ve böylece kadına etiketleme yapıldığını söylemiştir. Daha sonra teorisyenler, ırk, cinsellik, sınıf ve insan kimliğiyle ilgili diğer hikayelerin bireylerin hayatlarının anlamını belirleme yeteneğini nasıl kısıtladığını göstermek için eleştirilere başlamışlardır. Yani ona ve bazı teorisyenlere göre, hayatı anlamak için böyle kısıtlamalar yapılmamalıdır, yapıldığı zaman zaten ‘hayatı anlama’ gibi böylesine büyük soyut bir kavramı fikrimize oturtmaya çalışmak daha da zorlaşır. Ancak yine de, biz varlığımızı bize açıklayan ve neyi başarmayı umduğumuzu ve neyi başaramayacağımızı söyleyen toplumsal anlatılarla kendimizi buluruz, kısıtlamalar yaparız aslında.

    De Beauvoir aynı zamanda bir hikaye anlatıcısıdır da. Kişisel deneyimleri, felsefesinin merkezinde yer alır. Nobel ödüllü roman ve oyun yazarları Sartre ve Albert Camus ile birlikte, birçok beğenilen roman yayınlamış ve varoluşçuluğu felsefi hareketlerin en edebi haline getirmiştir. Ancak konu "yaşamın anlamı" gibi büyük soyutlamalara geldiğinde, felsefi çalışmalarında hepsinin verdiği yanıt, bu tür şeylerin Platon'un idealar kuramı gibi üstümüzde gezinmediğidir. Aslında her birimiz bu kavramı hatalı, kusurlu ve bireysel yaşamlarımızda kısıtlamalara takılmadan kendimiz anlamak zorundayızdır.

    Kaynak : 1


    Yorumlar (1)
    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.