Kaygıdan kusmak üzereydin. Tek telaşın kendini bir an önce lavaboya atmaktı.
Etrafa dağılmış kırık dökük eşyalar eline koluna çarparken, yarı kambur bir
halde lavabonun kapısına ulaşabildin. İçine aldığın bütün çerçöp sanki bir
anda klozete boşaldı. Sonrasında gelen rahatlama hissi. Bir süre lavabodaki
aynaya düşen aksine baktıysan da üzerinde çok durmadan bakışlarını hızlıca
başka yöne savuşturdun. Eski bir alışkanlıktı bu kaçamak bakışlar.Sen hiçbir
zaman aynada kendisiyle dakikalarca baş başa kalan kadınlardan olmamıştın.
Bedeninin dermanı kalmadığından mıdır bilinmez, cılız parmakların arasından
yüzüğün bir an da kayıp, lavabo deliğinden içeri aktı. Fark etmedin. Mutfağa
yönelip, kendine bir bardak soğuk su doldurdun.Kışın keskin ve acı soğuğu
su borularını dondurmuş olacak ki o bir bardak su bütün damarlarını sızlattı.
Pencerenin buğusunu ellerinle silip, havanın ne kadar aydınlandığını anlamaya
çalıştın.Artık senin için gitme vakti gelmişti. Üzerine kalın bir şeyler geçirip,
portmantoda asılı kabanını ve şapkanı alıp,o kapıdan çıktın. Henüz zihnin nereye
gideceği konusunda net olmasa daayakların zihninden azat, bilir adımlarla hızla
ilerliyordu. Sezgilerin belli ki de artık senden önce hareket etmeye çoktan başladı.
Uzun bir yürüyüşten sonra başını kaldırdığında tren istasyonuna vardığını fark edip,
biletlerin satıldığı tarafa yöneldin. Gişe memuru henüz içeri girmiş görünüyordu.
Soğuktan buz kesmiş ellerini ovuştururken, seninle göz göze geldi.
- “Buyurun Madam”, dedin.
- Bir bilet lütfen.
- “Yolculuk nereye?” diye ekledi.
- “Son durak”, dedin.
Bilete bir göz atıp, elindeki cüzdanı çantaya koydun. Gözlerin bekleme yerini tararken,
ayakların onlarla uyum içinde dans ediyordu. Boş bir koltuğa iliştiğinde,
elindeki bilete bir kez daha göz gezdirdin: “Güneybatı tarafı, son durak: Rostov.
Giderek daha da artan kalabalığa bakıyordun, birazşaşkın. Oysa günün erken saatlerinde
buralar hep kalabalık olurdu. Ülkede yaşanan ekonomik kriz sonucu hızla fakirleşen
Kuzey haklı, para kazanabilme umuduyla günübirlik Güney şehirlerine gider, günün
geç saatlerine kadar çalışıp aynı trenle tekrar evlerine dönerlerdi.
Bekçi düdüğüyle daldığın yerden bakışlarını kaldırıp, sesin geldiği yöne baktın.
“Tren hareketine son 5 dakika”, diye bağırıyordu görevli memur.
İçeri girip, koltuğuna oturduğunda, gayri ihtiyari ellerini ovuşturdun. “Bu yıl da
kış sert geçiyor” diye geçti içinden. Isıtmaya çabaladığın ellerine bir kez daha
baktığında, cılız parmaklarından önce artık parmağında olmayan yüzüğün bıraktığı
boşluğa dikkatin kesildi.Bir müddet öylece parmakların arasında gözlerin ağır
ağır gezinse de kalbinden bir ağırlığı yere hafifçe bırakmış gibi hissediyordun.
Bu histen çarçabuk uzaklaşmak istesen de olmadı. Yapamadın. Hem sen henüz öğrenememiş
olsan da hisselerimiz bize her zaman kendi hakikatimizi fısıldardı. Artık kendini
dinlemek için bolca vaktin olacaktı: kendi iç sesini öncelemek için.
- “Hanımefendi, biletiniz lütfen” sesiyle bir kez daha irkildin.
- Dalgın.
- “Lütfen, bilet” diye yineledi.
Soğuktan ısındığın için mi bilinmez, ellerin sanki dans eder gibi çantaya attığın bileti
aradın. Başını hafif öne eğip, görevliye bileti uzattın. Ürkekçe. Bu hayatla bir arada
başlatılan özgür bir dansın ürkekliği olsa gerek. Bilmiyordun.
- “Bayan Vera…. Vera İvanoviç” yolculuk Rostov’a öyle mi?” dedi sorgulu gözlerle.
“Dönüş biletiniz yok mu?” diye de ekledi.
- “Hayır-r” …diye geveledin. Başını kaldırıp, ekledin:şimdi kendinden daha emin bir
ifadeyle, “dönmeyeceğim.”
- “İyi yolculuklar, hanımefendi.” diyerek elindeki bileti sana uzattı görevli.
Sorgulu gözleri yerini çoktan yeni bir yolcuyu daha aramaya bırakmıştı. Hızla
yanından uzaklaştı. Bedenin bitkin kalmış olacak ki göz kapakların hafifçe kapanıyordu.
Bir süre uyumayı ümit ettin.
- “Trenimiz Rostov’a gelmiştir. Lütfen trenden ininiz” sesleri yankılanıyordu şimdi
kulaklarında. Rüya mı gerçek mi ayırt edemedin. Bir kol hafifçe omzuna dokundu.
-“Hanımefendi, son durak…. “Uyanın.” … “Beni duyuyor musunuz?” … “Burası son durak.”
İrkilip, yerinden doğruldun. Şimdi yüzünde güney güneşinin hoş dokunuşları. Karşında asılı
duran ‘Rostov’ yazılı kahverengi tabelayı fark etmense biraz zamanını aldı.
Gözlerin yönünü bulmaya çalışırken yanından hızla küçük bir oğlan çocuğu ellerinde
gazetelerle geçti. Kimileri için gün çoktan başlamıştı bile! Sen ise acıktığını fark edip,
karşıki büfeye yönelttinadımlarını. Sıcak ve taze proskiler burnunu okşadı.
“Bir proski lütfen,” dedin. Buradaki her şeye yabancı gözlerin bir anda rafta aslı
derginin kapağındaki manşete takıldı. Türk şairin yeni şiiri okurla buluşuyor:
” Ayrılık Sevdaya Dahil.”
Yorum Bırakın