Her sayfasını çevirdiğinizde neden bu kadar geç okumuşum ki hissine kapılacağınız, üstünden zaman geçse de sizde tekrar tekrar okuma isteği uyandıracak, kapağını kapattığınızda sizi kendine hayran bırakacak ve aynı zamanda bittiği için üzecek bir eser: 1949 Lübnan doğumlu yazar Amin Maalouf’un en çok ses getiren romanlarından biri olan Semerkant, Dünya’nın ezelden beri Güneş’e çevirdiği en güzel yüz.
"Titanik güvertesinde Rubaiyat. Batı’nın gözbebeği, Doğu’nun nadide çiçeğini taşıyor. Ey Hayyam, bize nasip olan şu güzel anı keşke kalkıp görebilseydin!"
Arapların Gözüyle Haçlılar eseriyle dünyaya adını duyuran, çok zaman geçmeden Afrikalı Leo gibi bir klasiğe imza atan Amin Maalouf, bu kez kalemini Doğuya, İran’a çeviriyor. Bize Ömer Hayyam’ın ünlü Rübaiyat’ının etrafında dönen iç içe iki öykünün harmanlanmasıyla oluşan tarihi kurgu türünde muhteşem bir roman olan Semerkant'ı hediye ediyor. İçinde koskocaman bir tarihi barındıran bu kitap; bin yılı kapsayan uzun bir öykü, gerçekçi karakterler ve doğunun esintilerini barındıran buruk ama inandırıcı bir aşkın hikayesi.
Amin Maalouf kitabı dört bölüm şeklinde yazıyor; Şairler ve Aşıklar, Haşşaşiyun Cenneti, Bin Yılın Sonu, Denizde Bir Şair. Benjamin O. Lesage’nin “Atlas okyanusunun dibinde bir kitap yatıyor. Anlatacağım, işte onun hikayesi” sözleriyle giriş yapıyoruz kitaba. İlk öykü bizi çok eskiye götürüyor, sene 1072. Kitap henüz başlar başlamaz, güzel bir Ömer Hayyam serüveniyle karşılaşıyoruz. Semerkant sokaklarında gerçekleşen bir kavga, kitabın temel olgusu Rübaiyatın yazılmasına sebep olan olay. Bu olayla Hayyam’ın hayatı tamamiylen değişiyor. Semerkant'a gelen Ömer Hayyam'ı başına gelen bu talihsiz olaydan kurtaran Ebu Tahir, ona aklına gelen rübaileri yazması için iki yüz elli sayfalık boş bir kitap hediye ediyor. Ve Rübaiyat’ın yazılışı bu vesileyle başlamış oluyor.
Kitabın ilerleyen bölümlerinde yazar okuyucuyu tarihin derinliklerine çekip; Ömer Hayyam’ı, Hasan Sabbah ve Nizamülmülk ile tanıştırıyor. Yaşadığı her anın tadını çıkarmaya çalışan ve bunun yanı sıra bilimden sanattan edebiyattan zevk alan Ömer Hayyam; din, tarih, felsefe ve gök bilimine dair her şeyi okuyup araştırmış Hasan Sabbah; devlet yönetiminde söz sahibi olan, devrinin en güvenilir devlet adamı, Siyasetname gibi bir şaheserin yazarı Nizamülmülk. Alamut Kalesi’nden Haşhaşi tarikatının kurulmasına kadar birçok tarihi olayı aktaran kitap, bu süre zarfı içinde Rübaiyat’ın nereden nerelere sürüklendiğini de okuyucusuyla paylaşıyor.
"Kitaplarda bir efsane dolaşır. İçinde bulunduğumuz bin yılın başına her biri kendince damga vurmuş üç İranlı arkadaştan söz eder bu efsane: Dünyayı gözleyen Ömer Hayyam, o dünyayı yöneten Nizamülmülk ve aynı dünyaya dehşet saçan Hasan İbni Sabbah..."
Bu üç önemli tarihsel kişilik ana ekseninde ilerliyor kitap, özellikle bin yıl öncesini anlatan ilk iki bölüm, yanlarında da tabii ki bir dolu yan karakter bulunuyor. Doğunun henüz İslam’la haşır neşir olmamış kültürü iliklerimize kadar işliyor. İsfahan'da, Tebriz'de, Nişapur'da Hayyam’ın başına gelenleri sanki yaşıyormuşçasına okuyoruz. Ömer Hayyam’ın dönemine ayrılan kısım buradan sonra bitiyor ve bizi kitabın sonuna götürecek olan ikinci kısıma giriş yapıyoruz: Kalk haydi, ebediyen uyuyacağız zaten!
Kiminin ilkine oranla yetersiz bulduğu kimininse daha yakın zamana döndüğümüz için ayrı bir zevkle okuduğu bu kısımda ise hakkında ne filmler çekilen ne teoriler ortaya atılan, ne tartışmalara konu olan Titanic'le başlayan ve yine gerçek kişilerden esinlenilmiş karakterlerle, modern İran'ın kuruluşuna, bir devrime tanıklık ediyoruz. Ömer Hayyam’ın ve rübailerinin yeniden popüler olmaya başladığı dönemlerde ailesinin hayran olduğu bu büyük rübai ustasına dair bir iz bulmak isteyen Benjamin’in o değerli Yazma’yı bulmaya çalışmasının hikayesi. Tam adıyla Benjamin Omar'ın Ömer Hayyam hayranlığının başlama hikayesinin ardından kendisini nasıl İran'da bulduğu ve bu süreçte başından geçen onca olay arasında İran Şah’ının yeğeni Şirin’e karşı yeşeren aşkını, sonunda da Rubaiyat'a kavuşmasını ancak onu meşhur Titanic kazasında kaybedişinin detaylarını dinliyoruz kendisinden. Bir de uğruna ne rübailer okuduğu, sanki bir hayalmiş gibi hissettiren o büyük aşkını kaybedişini.
"Sevgilinin yanında yapayalnızdın Hayyam!
Şimdi sığınabilirsin ona, artık gitti madem."
Çoğu okura Ömer Hayyam’ı, onun rübailerini, Hasan Sabbah’ı ve daha birçok tarihsel figürü tanıtmış olan bu kitap okuyucuda tarihe karşı merak ve ilgi uyandırmasıyla ve okuyucuya araştırma isteği aşılamasıyla öne çıkıyor. Bizleri İran'la Semerkant'la ve uçsuz bucaksız doğu kültürüyle tanıştıran eser, doğuda doğup batıdan batan bir güneş gibi hem bir o kadar gerçekçi hem de bir o kadar masalsı öyle ki bazen kurguyla kurgu olmayan olayların birbirine karıştığı bile oluyor.
Ortadoğu ile ilgili kitapların ustalarından biri sayılan Amin Maalouf, gerek kitabı yazarken kullandığı sade ve akıcı diliyle gerek olayları birbirine muazzam bir şekilde bağlamasıyla da bizlere kitabı sıkılmadan, heyecanımızı kaybetmeden okuma imkanını sunuyor. Bu toprakların kitabı olduğu için de okurken bize ayrı bir sıcaklık katan eser tarih, edebiyat ve şiir sevenler için güzel bir seçim olduğunu daha ilk sayfalarından, son cümlelerine dek hissettiriyor.
"Ve şimdi gezdir gözlerini Semerkant’ın üzerinde! Değil mi ki o yeryüzünün ecesi? Alıp tüm diğer kentlerin yazgı iplerini ellerine, çıkmamış mı hepsinin üstüne o mağrur?"
Yorum Bırakın