İspanyol Pansiyonu ile tanıdığımız Cedric Klapisch'in 2019 yapımı romantik/dram filmi. Rüzgarında bir o yana bir bu yana savrulduğumuz dünyada etrafımızdaki herkesin her şey için söylecek bir şeyleri var yargıları,tavsiyeleri,doğruları,yanlışları... Somut varlıkları olmasada hep yanı başımızda : Zihnimizin içinde, uyandığımızda ilk gelen düşüncelerin içinde, uyurken rüyalarımızda her yerde. Bazen farkında bazen farkında bile olmadan ama hep o seslerden duyacağımız kelimelerin anlam arayışı içinde. Kendimizi bulmak istiyoruz şarkılarda, kitaplarda, filmlerde... yalnız olmadığımızı bilmek istiyoruz. Boş odalarda o seslerin yankısını duyarken, kendi sesimizin yankısının birisine değmesini isterken buluyoruz kendimizi. Hiç duymadığımız, hiç dinlemediğimiz sesimizin. Benim için bulmaktan ziyade kendimi dinlemeye aracı olan güçlü metafor sarmalları ile işlenen bir film Deux Moi.
Modern günümüz insanının seçtiği ; her gün görmeye alışkın olduğumuz yalnızlığına ilk dakikalarda metro sahnesi ile bakıyoruz. Fransa'ya arka penceresinden dahil oluyoruz film boyunca ne Eyfel Kulesi ne de kruvasanlı romantik ilişkiler. Hayatın aktığı sokaklarda dahil oluyoruz. Melanie ve Remy, metroda camlardaki yansımalardan gördüğümüz ; yorgun, bıkkın, telaşlı, ya gelecekte ya da geçmişte yaşayan hayatlardan sadece ikisi. Film boyunca hep bir arada görüyoruz bu ikiliyi ; markette, eczanede, yolda, hatta bitişik apartmanlarda hiç tanışılmamış bir bütünlüğün içinde.
Ortak paydada buluştukları tek yer lokasyonlar değil, içinden çıkamadıkları mutsuzlukları. İçinden taşıp günlük yaşamlarını, uykularını ele geçirerek nefes bulan mutsuzlukları. Remy hiç uyuyamamaktan, Melanie ise çok uyumaktan şikayetçi olarak başlıyor karakterlerin çözümlemeleri. İlk rotaları olan ilaçlar çözüm olmayınca dolaylı yollardan kendilerini psikoterapistte buluyorlar. Filmde seyredip fark etmekten en çok keyif aldığım sahneler bu odalarda geçiyor. Etrafındaki seslerin hayatlarına yansıması adım adım işleniyor. Yaptığımız şeylerin doğru ve yanlışlığını insani duygulardan çıkararak kamusallaştırılması, tüm hayatımızı tek kelime ile onların doğruları ile tanımlarsak geçebileceğimiz iş mülakatları, ikili ilişkilerde bağ kurmanın sosyal medya üzerinden yüzeyselleşerek : Dokunuşun bir insanın pürüzlü teninden kalbine değilde bir cihazın pürüzsüz dokusundan kırmızı boyalı kalbe indirgenmesini teker teker göz önüne tüm realitesi ile seriyor Klapisch.
Melanie bir kısmımız gibi hayatında var olan sorununun neden kaynaklandığını bilen lakin çözüm yolunu bulamayan, ya da görmezden gelen birisi. Çocukluğunda babası tarafından, şimdi de erkek arkadaşı tarafından terk edilmesi sonucu kendini suçlayarak başlıyor hikayesini anlatmaya. Remy ise diğer bir kısmımız gibi sorununun ne olduğunu bilmeyen görmezden gelmeyi geçin, gerçekliği bir sandığa kitleyip en uzak köşelere atmış birisi. Her ikisi de içlerinde saklanan cümleleri dile getirip odadan çıktıkları zaman yeni bir çözümleme aşaması ile ilerliyor sahneler. İçlerinde olan biteni kendi seslerinden dinlediklerinde : sokakları, odalarındaki sessizliği, hatta duvarların ardından birbirlerine ait şarkıları da duymaya başlıyorlar.
Filmin başlarında 'ne zaman tanışacaklar ne zaman o rastlaşma yaşanacak?' derken, ilerledikçe her karakterin kendi hikayesinde yaşamdan parçalar buldukça hiç bitmesin istemiştim. Kendi kendilerini fark ettikleri zaman, birbirleri ile farkında olmadan paylaştıkları ortak şeylere tanık olmak karakterlerle gizli bir paydada buluştuğumuz hissi uyandırıyor. Etrafındaki seslerin içinde kendi seslerini duyup gerçeklerini yaratmaya başladıkları an, yüzümüzde kocaman bir gülümseme ile birbirimize veda ediyoruz.
"Yas tutmak için kendinize izin vermemişsiniz. Yas tutmak ille de unutmak demek değildir, onsuz yaşamaktır. Onsuz yaşamak ama bunu yük olarak taşımamaktır."
Yorum Bırakın