Ölüm bir son mudur? Ölüm bir başlangıç olabilir mi? Ölüm neyi sonlandırır ya da nasıl bir şeyin başlangıcı olur? Bu sorular özelinde nesnel bir yargı oluşturmak tabii ki imkansız. Yaşam ile ölüm arasındaki çizginin anlamı herkes için farklıdır. Her birine farklı cevaplar verecek binlerce kişi bulabiliriz. Mesela 19. yy’da yaşamış bir İlahiyatçı olan Henry Scott Holland’ın ‘’Death Is Nothing At All’’ şiirinde ‘’Ölüm hiçbir şey değildir. Ölüm sayılmaz. Sadece yan odaya geçtim. Hiçbir şey yaşanmadı.’’ gibi dizeler vardır. Kendisi için ölümün ne bir son ne de bir başlangıç olduğunu anlatır. Ya da The Crow: City Of Angels(izlemeyin) adlı filmin bir sahnesinde Sarah karakterinin elindeki notta: ‘’Yaşam, ölüme giden yolda bir rüyadır.’’ yazar. Bunun farklı bir bakış açısı olmasını geçtim, her insanın kendi içinde bu sözü anlamlandırması bile olaya farklı fikirler katar. Bu sözden benim anladığım ile şu an bu yazıyı okuyan birinin anladığının farklı olması yüksek bir ihtimal.

Yazıya başlarken sorduğum soruların cevapları tahmin edersiniz ki bende de yok. Cevapsız olanı sorgulamak özellikle insanın iç dünyasına ve kendine hasar verebiliyor. Ya da tam tersi şekilde insanı kendi hayatına dair daha umutlu hale getirebiliyor. İnsan türü olarak binlerce yılın ardından şu an bulunduğumuz konumda olmamızın temel sebebi de sorgulamamız olduğu için bu ‘’sorgulama çemberi’’nden kaçışımız yok. Benim de sürekli sorguladığım, sevdiğim sanatçıların benzer kaderler paylaşmasıyla ve bunu bana getirdiği duygusal yoğunluluk ile daha da emin olduğum bir şey var ki o da bugün beni bir filmiyle mutlu eden Heath Ledger’ın, bir şarkısıyla beni mental olarak yoran düşünceleri unutmamı sağlayan Capital Steez’in, yıllardır kararlılık seviyesine ulaşmaya çalıştığım ve hala gün içinde ismini birçok kez zikrettiğim Kobe Bryant’ın, yaptığı müzik ile ruh halime birçok kez olumlu etki etmiş olan J Dilla’nın, zor anlarımda birçok yakınım dediğim insandan daha fazla yanımda olan Elliot Smith’in, en büyük sevgi ve en büyük tutku ile desteklediğim takımın formasına ilham olan Jean Michel Basquiat’nın gerçekten ölmediği. Ya da en basit ama bu konuya verelebilecek en büyük örnek olan ve bedenen dünyamıza veda etmesine rağmen hala bazı insanlarca öldürülmeye çalışılan Mustafa Kemal Atatürk’ün birçoğumuzdan daha canlı, daha etkili şekilde bugün de var olması. Yarın da var olacak olması.

Yukarıda saydığım bütün isimler için binlerce kelime dökebilirim. Hatta dökeceğim günler de gelecektir. Fakat bugün klavye başında olma sebebim kendi özelimde ya da ülkemiz özelinde ölümsüz olan insanlar değil, kocaman bir topluluk, bir ırk özelinde ‘’ölümsüz’’ mertebesine ulaşmış bir kişi. Bu kişinin vefatının ‘’iyi bir oyuncu’’ ya da ‘’iyi bir insan’’ vefatından daha büyük ve önemli olduğunu düşünüyorum. Ve zaman geçtikçe siyah insanların kültürüne artan ilgim sebebi ile bunu kendimce açıklamak istedim. ‘’Buraya kadar ne geveledin o zaman?!’’ diyenleriniz olmuştur ya diyecek olanlarınız olacaktır. (Haklı da olabilirler) Ama hem yazıya yapılabilecek uygun girişin bu olduğunu düşündüm hem de bu yazıyı okuduktan sonra bahsettiklerimi sorgulayacak, ismi geçen insanları daha detaylı inceleyecek bir kişinin bile çıkması beni çok mutlu eder.

                 

Fotoğraftaki ismin vefat ettiği gün uyandığımda olay yaşanalı birkaç saat olmuştu. Hem siyah kültürüyle, hem siyah sanatçılarla hem de en büyük özdeşleştiği karaktere olan sevgim sebebiyle telefonuma çok sayıda mesaj gelmişti. Biraz tedirgin olmuştum açıkçası ama okuduğum mesajların okuyacağımı düşündüğüm son şey bile olmadıklarını söyleyebilirim. Etrafımdaki birçok insan sevdiğim bazı sanatçılara olması gerekenden daha fazla bağlı olduğumu düşünür ve bunu olumsuz bir şeymiş dile getirir. Bizzat tanımadığımı ve bu seviye hayatımın merkezine koymamam gerektiğini söylerler. Beni ikna etme ihtimallerinin en düşük olduğu konu da budur. Hayatınıza dokunmuş, moralinizi düzeltmiş, hayata olan bakış açınızı değiştirmiş, sizi boşluktan çıkarmış insanları ve onlara olan sevginizi bir düşünün. İşte benim olayım da bu. O ‘’bazı’’ sanatçıların içerisinde Chadwick Boseman da var ve hayatımın en kötü dönemi olarak adlandırabileceğim bir dönemde, mental açıdan çukurda olduğum ve kafamı daha önce hiç etmediğim düşüncelerle meşgul ettiğim bir dönemde özellikle ‘’42'’ filmiyle (Get On Up ile Marshall da gayet kaliteli filmlerdir.) kafamı daha normal düşüncelerle meşgul etmemi sağlayan, odağımı başka noktalara yönlendirmemi sağlayan Chadwick Boseman’ın vefatı ona olan sevgim ile doğru orantıda etkiledi beni.

Yine de asıl amacım bu ölümün benim açımdan olan etkisini anlatmak değil. Amacım Chadwick’i ve onun bağlı olduğu topluluk açısından önemini bir nebze de olsa okuyanlar özelinde daha üst bir noktaya taşımak. Çünkü o sadece ‘’T’Challa’’ değildi. Sadece James Brown ya da Thurgood Marshall değildi. Sadece tüm bu siyah kahramanları canlandırmakla yetinmek, bulunduğu sektörün günümüzde asıl amacı olan ‘’eğlendirme’’ işini yerine getirip kenara çekilmek Chadwick’in de seçenekleri arasındaydı. Fakat kabul edersiniz ki bu insanların bizler üzerindeki etkisi büyük ve bu etkinin farkında olup hayatını ona göre şekillendiren isimler benim bugün klavye başına geçmeme sebep olabiliyor. Chadwick de kendisini toplumunun ve ondan etkilenen insanların iyiliğine adamış bir isimdi. Onu siyahi topluluk için önemli yapan da buydu. 

                                                 

Kareem Abdul Jabbar’ın onun hakkında söyledikleri:

‘’O, Afrikan Amerikalıların kazanmak için çabaladığı niteliklerin görsel bir tezahürü ve Lincoln anıtı kadar güçlü bir isim. Öyle ki onun ismi artık ‘’bütünlüklü ve cesaretli bir siyah adam’’ imajı çağrıştırıyor. Çalışmaya devam etmek ve karakterlerinin gösterdiği kişisel gücü yansıtmak için kanserini bir sır olarak saklamayı seçtiğini düşünüyorum. Geriye dönüp bakıldığında, sanki sağlık mücadelelerini halkla paylaşmama kararı daha da büyük bir cesaret eylemiydi çünkü insanların onun oynadığı karakterlerin imajını korumalarına ve kahramanlıklarından ilham almalarına izin verdi. Tabii ki, bu özverili seçim onu hepimiz için daha da takdire şayan ve kahraman kılıyor.’’

Böylesine etkisi büyük, genç ve hayat dolu birinin ölümü her zaman yıkıcıdır ama onun ölümü siyah insanlar için düşündüğümüzden çok daha fazlasıydı. Hatta fazlası. Onun başarısı, Siyah Amerikalılara daha fazlası için çabalayabileceklerine inanmaları için ilham verdi ve bu ülkedeki tarihlerinin büyük bir bölümünde ulaşılamayan hedeflere ulaşabileceklerini kanıtladı.

Los Angeles Sparks oyuncusu Chiney Ogwumike kendisinden şöyle bahsediyor: ‘’Onun etkisini kelimelere dökmek çok zor. Connecticut Sun için oynadığım 2018 yılı boyunca, maç başlarında ilk 5 için adımı her duyurduklarında “Wakanda Forever” selamını yapardım çünkü o anda takımım için o süper kahraman olmaya hazırlanıyordum; İçimdeki canavarı serbest bırakmak zorundaydım.. Filmin temsil ettiği şeyden ve benim gibi insanları ne kadar iyi temsil ettiğinden çok gurur duyuyordum.’’

Dediğim gibi… ‘’Boseman etkisi’’ düşünülenden çok daha büyük. Şu anda da ve gelecekte de öyle olacak. Hiçbir iyi insanın vefatından sonra bardağın dolu tarafı olmaz, en azından olay nispeten sıcakken olmaz tabii ki ama Chadwick Boseman’ın vefatından sonra Black Panther filminin de, Black Panther karakterinin de ve direkt Chadwick’in de siyah insanlar ve özellikle siyah çocuklar için ne anlam ifade ettiğinin, ifade ettiği anlamın ne seviyede olduğunun görünür hale gelmesi çok önemli. Bunu görmek beni sevindiriyor, bu yazıyla bunun fazlasına sebep olmak daha da mutlu eder. Hiçbirimiz ırkçı bir tavıra çok büyük ihtimalle maruz kalmadığımız için bir karakteri kendimiz ile özdeşleştirirken ırkı bir anlam ifade etmiyor. İşte Black Panther ve Chadwick o topluluk için gerçekten büyük anlam ifade ediyor. Chadwick de bunun bilincinde hareket etti zaten hep. Yaptıkları bu yöndeydi ve bu yüzden yapacakları da, ileride yerleşeceği konum da aslında sanıldığından daha önemliydi. Bizim için olmasa bile en azından baskı altında olan o toplum için. Bazı şeyler, görünen etkisi fazla olmasına rağmen büyük resimde daha da ciddi hale gelebiliyor. Yakınlarının hatta kendilerinin bile yarınlarının belli olmadığı bir ülkede yaşam süren siyah çocuklar için kurgu da olsa bir kahraman vardı orada. Chadwick’in de bunları kafaya takan biri olması, ölümünün yaklaştığını hissetikçe bunları da düşünmüş olma ihtimali benim için çok daha fazla üzüntülü duruma getiriyor olayı… Çünkü sevdiğimiz karakterleri genelde hal ve hareketleri, özellikleri için sevdik. Kahramanları da aynı şekilde. Hiçbiri ırkımız adına bir sembol vb. olmadı. Siyah topluluk için savaşmış, mücadele etmiş ve can vermiş sayılmayacak kadar insan varken sembol ne kadar doğru bir kelime bilmiyorum, abarttıysam özür dilerim ama Chadwick Boseman’ın yaptığı kanser ile savaşırken 9 film çekmekten fazlasıydı. Chadwick Boseman’ın yaptıkları ve yeri hayatının son birkaç ayı dahil olmak üzere yıllardır kanser hastası çocuklara yardım etmekten ve bunu kendisinin kanser ile savaştığını kimseye söylemeden yapmaktan da fazlası.

                                             

Onun yapacakları belki de yaptıklarından da fazlası olacaktı, onu biz bilemeyeceğiz ama paralel evrenler varsa umarım onların en azından birinde bilme şansı yakalamışızdır. Bu yüzden özellikle Black Panther karakterine, o filme ve o film için ter dökmüş kişilere ‘’klişe, sıradan, bildiğin aslan kral hikayesi’’ vb. gibi söylemlerde bulunmak yerine filmi daha iyi anlamak, alt metninde hitap ettiği insanları daha iyi anlamak 20 bin kilometre öteden yapacağımız en güzel şeylerden biri olabilir.

Bu ölüm sonrası ‘’Çocuğuma Barack Obama’yı ve Black Panther’ı göstererek onu büyüttüm’’ tarzı cümleler sarf ederek ağlayan anneler var. Chadwick zaten halih azırda çok takdir edilesi, büyük bir isim. Ama bizler için ‘’Kanser ile savaşıyorken 9 film çeken iyi oyuncu’’ vefat etti. Başka birileri için çok daha fazlası olduğunun olabilecek en fazla sayıda insan tarafından anlaşılmasını isterim. İstenmeli de zaten.

                                           

Michael B. Jordan’ın Chadwick Boseman hakkında yazdıklarının bir kısmı:

‘’Keşke daha fazla zamanımız olsaydı. Bu dünyaya verdiğin her şey, olduğumuzu gösterdiğin efsaneler ve kahramanlar sonsuza dek yaşayacak. Ama şu an en çok acı veren şey senin ne kadar büyük bir efsane ve kahraman olduğunu daha iyi anlıyor olmak. Tüm bunların ötesinde, en sevdiklerinden asla vazgeçmedin. Aileni önemsedin, arkadaşlarını önemsedin, sanatını önemsedin, çocukları önemsedin, topluluğumuzu, kültürümüzü ve insanlığı önemsedin. Beni önemsedin ama sana bunları söyleme şansım, çiçeklerini sen buradayken verme şansım hiç olmadı.

Keşke daha fazla zamanımız olsaydı. Şu an sevdiğimiz insanlarla zamanımızın kısa olduğunun hiç olmadığı kadar farkındayım. Dürüstlüğünü, cömertliğini, şakalarını ve muhteşem hediyelerini özleyeceğim. Bana verilen ‘’seninle sahneyi paylaşma’’ hediyesini özleyeceğim. Geri kalan günlerimi senin yaşadığın gibi yaşamaya adıyorum. Zarafet ve cesaret ile. Pişmanlık duymadan. Huzur içinde yat kardeşim.’’

                                               

Chadwick Boseman, hatırlanacağı her şeydi. Kral, sanatçı, aktivist, kardeşleriyle omuz omuza vermekten korkmayan bir lider. Fazlası istendiğinde tereddüt etmeyen biri. Değişim yaratan bir figür oldu. Oyunculuğu insanlara ilham verdi ve hayatları değiştirdi.

Yine de onun ismini, geride bıraktıklarını, insanlığını onurlandırmanın en iyi yolu son oynadığı film Da 5 Bloods’da geçen bir replik olabilir. Filmdeki karakteri Norman’ın ölümünden 20 yıl sonra yakın arkadaşı Otis’den onu tarif etmesini isterler. Otis şöyle cevap verir: ‘’O kardeşim şimdiye kadar yaşamış en iyi askerdi.’’