Nolan filme başlıca birkaç soruyla başlıyor.

Geleceğin bilinmezliği, merak duygumuzu okşamaktan ziyade, bizim güvenliğimizi mi teşkil eder?

Geleceği bilseydik, bilmediğimiz zamanlardan daha mı güvenilir olurduk? Filmde de vurgulanan replik gibi, bilgisizlik cephanemiz mi?

Christopher Nolan’ı hepimiz biliyoruz ki bir “zaman” uzmanı. Memento’lar, İnception’lar, Prestige’ler, Interstellar’lar. Hep zamanla yarışıyor Nolan. Bu sefer bu yarışı daha komplike hâle getirerek, kaosun içinde bırakmış bizi.

Savaşlardan bahsederken, yüzyılımızda yaşanan nükleer silahlanmanın da yeni savaşlara sebep olacağı fikri yaygındır. 3. Dünya Savaşı’nın tasavvurları genelde bu nükleer fazlalığına dayanır.

Tenet içinde 3. Dünya Savaşı bu minvaldedir. Bir nükleer kriz var evet. Ama tabi söz konusu Nolan olunca, bu fikir hiçte o kadar yalın değil. Nükleer teknoloji, zaman mefhumuyla, zaman mefhumu da insanın hayatta kalma becerisiyle iç içe.

Benjamin Button’dan yabancı olmadığımız bir dokunuş var hikâyede. Yaşlı doğmuyoruz ama nesneleri evirterek gelecekten geçmişe akış sağlayabiliyoruz. Yani silahın tetiğini çektiğimizde ateş etmesi gerekirken, kurşun silaha giriyor. Bir nevi gelecekten geri sayım. Geçmiş ile gelecek arasında kıskaç hareketler. Geleceği elinde bulunduranlar, bu geri sayımı kendi lehlerine kullanırken, aslında bir nesil savaşı yaşıyoruz.

Günümüz insanları, gelecek kuşaklara yeterince su ve toprak bırakmamış, “zamanı” paraya tercih etmiş ve onlarda günümüz kuşağını yok ederek, geçmişte yaşamak istiyorlar. Çünkü gelecek denilen şey artık insanlığın sonu. Çare geçmişe dönerek, insan neslini devam ettirmek.

Gelecek ile geçmiş arasındaki köprüyü ise Sator isimli silah kaçakçısı kurmakta. Sator geçmiş üzerindeki gücünün yanı sıra, iki dünyanın da kaderini kendi yaşamına bağlı kılmış durumda.

Gelecek kavgamız

Bilim kurgunun vazgeçilmez hesaplaşması olan geçmiş ile gelecek arasındaki kavganın sorumluluğunu çoğunlukla üzerimizde hissetmeyiz. Perdenin karşısındayken bu hissiyatı yaşamanın çok önemli olduğunu düşünüyorum. Gelecek tasavvurlarımız bu sorumluluktan bazen uzak olabiliyor çünkü.

Dün, bugün ve yarın zincirindeki esas halkanın bizler olduğunu unutmamak ve hafızalara kazımak son derece kıymetli.

Nolan’ın, Tenet’deki zaman kavramının diğer zaman temalı filmlerinden, önemli bir farkının da bu olduğunu düşünüyorum.

Bazı sekanslarda gelecek ile geçmiş arasındaki kapışmanın aynı karakterlerle verilmesi ve yine düşmanımızın kendimiz olması bu sorumluluğu her fırsatta dile getirmiş oluyor.

Süreç = Tenet  

Dünyayı kurtarmakla mükellef olan The Protagonist tetiği çektiğinde, kurşunun çıkmasını beklerken, kurşunun geri içeri girmesiyle yaşadığı o şaşkınlık hâlindeki sorgulayıcı cümlesi çok kıymetliydi; “eğer tetik çekildikten sonra kurşun çıkmıyor da geri yerine giriyorsa neden-sonuç ilişkisi ne olacak.”

Nedeni olmayan bir şeyin sonucu nasıl ortaya çıkar?

Film izlendikten sonra “ee ne oldu şimdi” denilmesinin nedeni de filmin sonuç odaklı kurgulanmasından. Tıpkı postmodern hayatımız gibi. Bazı şeylerin nedeni tam olarak kavranılamıyor.

Kendi hayatımızda da durum böyle gerçekten. Süreçlerin insanı olmak yerine, sonuçların insanı olmayı yeğliyoruz.

Hedef odaklı düşünme bizi yaşadığımız andan koparıp, sadece sonuca bağlayan bir tasma olunca hem bugünümüzü hem de yarınımızı kaybetmiş oluyoruz.

Tenet’in Türkçe karşılığı; inanç, ilke ve öğreti anlamlarına gelmekte. Film zaten ismi üzerinden de bir çağrıda bulunuyor. Eğer gelecekle kavga etmek istemiyorsak inançlara, ilkelere değer vereceğiz.

İlkeler, öğretiler, inançlar bize süreci yaşamamızı ve geleceğe dair yön bulmamızı olanaklı hâle getirir. Yönsüzlük ise distopik çukurlara düşüşümüzün sonucu olur.

Bugünde fazlasıyla yön sorunu yaşıyoruz.

Neyi nasıl yapacağımıza dair ciddi sorunsallar, biz kaçtıkça arkamızdan geliyor. Bu sorunların nedenini anlamak ve çözüm bulmak yerine sadece sonuç odaklı düşündüğümüzde de bizi bekleyen son, geleceğimizle dövüşmek oluyor.

Tenet, insanlığın gelecekte de uzun uzun anlatacağı, unutamayacağı bir yılda vizyondaydı. Nolan gişe değerlerini hesaplamayıp, sinemaların kapalı olduğu bu dönemde filmi yayınlamasının bir sebebi olarak, bize inanç aşılamak istediğini varsayıyorum.

İnsanlık çıkmazdayken, aslında hep yeni bir eşikten geçer. Bu eşiği geçmesini sağlayan ise yeni bir ilke edinmesiyle mevcut olur.

Dünyaca yeni ekonomilerin, yeni yönetimlerin, yeni toplumsal düzenlerin nasıl şekilleneceğini tartışırken Nolan bize ahlâkçı bir üslupla, ilkelerden vazgeçmemizi, sonuçlar kadar nedensel oluşların da içinde varolmamızı öğütlüyor.

Bu öğüdü kavramak için perdeye daha sorumlu gözlerle bakınca, sahneler içindeki nedensiz sonuçları daha iyi kavrıyor ve Nolan’a anlamlandırma yetinizi beslediği için tekrar teşekkür ediyorsunuz.