''Sıradan anları hatıralardan ayıran bir şey yoktur. Ne zaman ki, o anların açtığı yaralar sızlar, hatıra değeri kazanırlar.''
1962 yılında yayınlanan ve 28 dakikadan oluşan bu kısa film, çok yalın bir anlatımda bulunmasına rağmen bugün hala canlılığını koruyor. Peki tek bir sahne dışında tamamı hareketsiz fotoğraflardan oluşan bu film, içinde somut bir eylem barındırmamasına rağmen kült olma özelliğini nasıl başarıyor?
Filmin konusu insanlığın, nükleer silahlar kullanılarak yapılan 3. Dünya Savaşı'ndan sonra yeraltında yaşamaya başlaması, savaş esirlerinin çeşitli deneylere tabi tutulması üzerinden ilerlerken biz; çocukluğunda havaalanında gerçekleşen bir ölüm sahnesine tanık olan başrolümüzle tanışıyoruz.
Tanıştığımız bu kişi, savaştan sonra esir olduğu yerde, bilim insanları tarafından sistematik olarak uygulanan zamanda yolculuk deneyleri için denek olarak seçiliyor. Deneyler sırasında geçmişe gönderilen kahramanımız, bir kadınla tanışıyor. Anlamını bilemediği bir şekilde yakınlık duyduğu bu kadınla geçirdiği zamanın sonunda ona aşık oluyor ya da esasında hep ona aşık olduğunu fark ediyor. Kahramanımız belirli aralıklarla kadınla görüşüyor ve daha sonra ait olduğu zamana, kendi 'şimdi' sine dönüyor.
Geçmişe dönme deneyleri başarılı biçimde sonuçlanınca, bu kez bilim insanları deneği geleceğe gönderiyor ve denek kısıtlı bir süre boyunca bulunduğu görkemli gelecekte, yeni insanlarla tanışıyor. Yeniden kendi şimdi'sine döndüğünde, artık bilim insanlarının ondan faydalanamayacağını ve onu öldürme niyetinde olduklarının farkında olan başrolümüze gelecekte tanıştığı dostları yardım eli uzatıyor. İçinde bulunduğu talihsiz durumdan haberdar olan dostları, gelecekte onun için güzel bir yer hazırladıklarını ve isterse başrolümüzü oraya alabileceklerini bir elçi aracılığıyla bildiriyorlar.
Gelecektekilerden gelen bu teklifi kabul etmeyen, onun yerine geçmişe ve sevdiği kadına dönmeyi talep eden başrolümüze yardım eli uzatılıyor. Havaalanında sevdiği kadına koşan başrolümüz ile mutlu bir sona yaklaştığımızı düşünüyoruz.
Ama film tam o anda, bizi müthiş bir yanılgı ile baş başa bırakıyor. Deneyleri yapan bilim insanlarından biri, sevdiği kadına koşan kahramanımızı aşağıdaki muhteşem replik eşliğinde öldürüyor.
Kapanış sahnesi ile birlikte; kendi ölümüne şahit olan bir çocuğun anısının mı yoksa ölüm ve yaşam döngüsü arasında sıkışıp kalan bir yetişkinin mi hikayesine şahit olduğumuzu anlamaya çalışıyoruz. Öyle ya da böyle başrolümüzün çocukluk anısıyla başlayan; geçmişine, şimdisine ve geleceğine odaklanan, en sonunda o çocukluk anısının niçin o kadar önemli olduğunu anlamasını sağlayan yolculuğu bedelini kendi hayatı ile ödemesi sonucunda noktalanıyor.
Ben de yazıyı sonlandırırken hem kendime hem de filmi izleyen herkese şu soruyu yöneltiyorum:
Peki biz, kendi kısır döngümüzün içindeyken hangi an tarafından rehin alındık?
Yorum Bırakın