Yaşadığı zaman dilimi boyunca değer görmemesi ve çoğu zaman tanınmamasına rağmen Hollandalı ressam Van Gogh, şimdilerde sanat anlayışımızı ve kültürümüzü tamamıyla değiştirmekle beraber artık sanat ustalarından biri olarak görülüyor. Post-empresyonist hareketle bağlantılı olan Vincen Van Gogh'un muazzam eserleri (2.000'den fazla tuval ve çizimden oluşur), modern sanatın en büyük akımlarından bazıları olan fovizm (çiğ renkçilik) ve dışavurumculukta önemli bir rol oynadı. 

Yıldızlı Gece, 1889, Van Gogh

Sanat piyasasını küçümserdi

 Vincent Van Gogh, sanat piyasasının ardındaki temel ilkelerden ömrü boyunca nefret etti. Daha gençken, önce Lahey'de, ardından Londra ve Paris'te Goupil & Cie tarafından yönetilen bir galeride sekiz yıl boyunca çalıştı. Fakat, sanat eserlerinin alınıp satılabilecek bir eşya sayılabileceği fikrini müşterilerin önünde açıkça sorguladığı için görevden alındı. 1885 yılında, Place La Martine'deki ünlü Sarı Ev'de Atelier du Midi'yi kurarak Arles'e gitti. Aynı yıl içinde buranın resmini yaptı ve araştırma ve deneylerinin sonucunda bir sanatçı topluluğu kurarak kendisini geleneksel sanat piyasasının sınırlarına yerleştirdi.  

Sarı Ev, 1888, Vincen Van Gogh

 

Papaz olmaya karar verdi

Goupil & Cie galerisinden atıldıktan hemen sonra, Van Gogh İngiltere'ye geri döndü ve hızla, dini bir mesleğe dönüşecek olan yoğun bir maneviyata kapıldı. Bür süre yatılı bir okulda profesör olarak çalıştıktan sonra asistan olduğu bir Metodist kilisesine kaydoldu. 1877 ile 1878 yılları arasında Amsterdam'da ve daha sonra Brüksel'de teoloji okudu, fakat sınavlarında başarısız oldu ve sadece vaiz oldu. Bu başarısızlık onu uzun bir depresyon dönemine soktu ve hayatını resme adama seçeneğini tanımladı. 

 

Farklı teknikler denemek için kendi portresini kullandı 

1886-1889 yılları arasında Van Gogh, genellikle çok küçük tuvaller üzerine 20'den fazla otoportre yaptı. Bu çizimlerin çoğu 2 yıllık Paris gezisi sırasında çizildi. Sanatçı kendi yüzünü boyayarak farklı stil ve teknikler denedi ve bu evrimi, bugün özel koleksiyonları ile Amsterdam'daki Van Gogh Müzesi'nde, Paris'teki Musée d'Orsay ve New York'taki Metropolitan Sanat Müzesi'nde dağılmış olan 37 eseri boyunca görülebilir.  L'Autoportrait au visage glabre (1889), 1998 yılında 71.5 milyon dolara satıldı ve tarihin en pahalı tablolarından biri oldu. 

İlk otoportre, 1886

 

Hayatı boyunca yalnızca 1 tablosunu satabildi 

Bir sanat tüccarı olan küçük kardeşi Théo van Gogh, 1890'da bir üzüm bağında sahne olan La vigne rouge'u ressam Anna Boch'a 400 franka sattı. Her iki kardeşin de ölümlerinden sadece birkaç yıl sonra resimleri miras alan Théo'nun dul eşi Johanna Bonger ve empresyonist eserlerin ilk koleksiyoncularından ve tüccarlarından biri olan Pére Tangut, sanatçının resimlerini satmaya başladı. Edgar Degas ilk alıcılar arasındaydı. 

La vigne rouge, 1888, Vincent Van Gogh

 

Saint-Rémy-de-Provence'de bir akıl hastanesinde bir yılını geçirdi

1889'da Van Gogh, başka bir kronik depresyon atağından muzdaripti. İlk olarak kardeşi Auvers-sur-Oise'deki bir akıl hastanesine taşınması için ikna edene kadar Saint-Paul-de-Mausole akıl hastanesinde kaldı. Odasından buğday tarlalarını gözlemleyerek yeni bir dizi tabloya hayat veriyordu. Sanatçı bu derinden sıkıntılı zaman dilimine rağmen, bu dönemde, hastane bahçelerinde resmedilen gökkuşağı ve leylaklar ile inanılmaz derecede üretken bir hal almıştı. 

 

Paul Gauguin ile tartıştıktan sonra kulağını kesmiş olabilir

İki dikkate değer otoportreye yol açan kötü şöhretli kulak kesme olayı, 1888'de Arles'de gerçekleşti. Sarı evde bir sanatçı topluluğunu, paylaşılan bir dizi sanatsal değerden yola çıkarak birleştirmeye kararlı olan Van Gogh, arkadaşı Paul Gauguin'i de ona katılması için ikna etti. İki ressam, Alyscamps mezarlığından ilham alan bir dizi eser yarattı. Bununla birlikte, bu ikili sık sık kavga ediyordu. 23 Aralık 1888'de Van Gogh, sol kulağı kesilmiş bir şekilde yatağında bulundu. En yaygın teori, bunun bir kendine zarar verme eylemi olduğudur: Van Gogh, genelevde çalışan komşularından birine söylemeden önce kulağını bir ustura ile kesti. Elbette bu hikaye pek çok farklı biçime büründü. Bunlardan biri, Gauguin'in kendisinin bir kılıçla arkadaşının kulağını kestiğini yazan Hans Kaufmann ve Rita Wildegans'ın bir kitabında anlatılır. 

 

Kendisi, hevesli bir mektup yazarıydı

Hayatı boyunca, çoğu kardeşi Théo'ya hitabem, 800'den fazla mektup yazdı ve bu mektuplar ressamın 1890'daki ölümünden sonra toplandı. (+Van Gogh'un kendi göğsüne bir kurşun sıktığı düşünülse de bu teori sık sık sorgulanır.) Bu mektuplar, uzmanlar için erişim noktasıydı, sanatçının eziyetli ve yoğun depresif ruhuna ayrıcalıklı bir bakış sağladı ve çalışmaların analizi için onlara inanılmaz bir fırsat sundu. Amsterdam'daki Van Gogh Müzesi tarafından yaratılan altı ciltlik Lettres de Van Gogh (Van Gogh'un Mektupları) gibi eserlerinin çoğu okunabilir durumda. 

 

Japon baskılarından etkilendi 

18. yüzyılın ikinci yarısında, Japonya'da yeni açılan tüccar yolları aracılığıyla Japon sanatı, Avrupa çapında dolaşmaya başladı. Van Gogh, öldüğü yıl yaptığı L'amandier en fleurs adlı tablosuna ilham veren bu baskılardan etkilenmişti. Provence'taki manzaralar üzerine yaptığı çalışma, ilham aldığı bu Japon sanat eserlerinin bir devamı niteliğindeydi ve bir bütün olarak empresyonist hareket üzerinde önemli bir etkiye sahipti. 

Amandier en fleurs, 1888-1890, Van Gogh

 

Vogue Paris sitesinden alınan bir kaynağın çevirisidir.

Kaynak linki: