İnsanın hikâyesi kendisi ile değil, kendisi gibi olanlarla başlar. En basitinden; erkeğin hikâyesi kadın ile, kadının hikâyesi ise erkek ile başlar. Zincirin halkasını çoğalttığımızda bu, komşusuyla hatta ötekileştirdiği insanlarla devam eder.  

   Özgürlük, insanın kendisini gerçekleştirmede ve hayatını anlamlandırmada en etkili kavramdır. İnsan, özünü gürleştirebildiği ölçüde hayata tutunur. Bu duygu her insana doğuştan (fıtratı gereği) verilmiş olup; çoğu zaman aile, okul, çevre, siyaset gibi etkenlerle törpülenmektedir. Yine de insan küllerinden tekrar özgürleşip kendini inşa edebilme yetisine de sahiptir. Fakat bunun için bile bir başka insana muhtaçtır.

   İnsanın haricindeki hiçbir varlık, bütün varlık alemini şekillendirme bilincine ve yetisine sahip değildir. Varlık aleminin şekillendirilmesi, insana özünü gürleştirme imkânını sağlar. Bu âdeta Platon'un ünlü mağara metaforundaki yıllarca burada ayaklarından ve boyunlarından zincirlenerek yaşamaya mahkum edilen insanların, zincirlerinin çözülerek mağaradan çıkarılmalarındaki aydınlığın tasviridir. Artık insan, varlık karşısında seçme hakkına sahiptir. Bunun da anlamlı olabilmesi için etrafında kendisi gibi insanların bulunması gereklidir. İşte tam da bu noktada insan, kendisi gibi olanlarla bir olma fırsatını yakalamıştır. Özgürleşmiş ve aydınlanmıştır. Peki, tek başına olan insan niçin özgür değildir?

   Aslında varlık âlemi karşısında tek bir insan olmuş olsaydı, aklını bütünüyle kullanabilen tek varlık kendisi olacağı için herhangi bir seçiminin de anlamı söz konusu olmayacaktı. Bu durumdaki insan, diğer varlıklara yönelik etme etmeme meselesinde yalnızca kendisine karşı sorumluluk duyacaktı. Bu da adı üzerinde seçebilme hakkının sorumluluğunu sadece kendisiyle sınırlandırmasına yol açacaktı. Oysa; insanın kendisini görebilmesi için başka bir insana ihtiyacı vardır. Yani kendisi gibi bir başka insanın varlığı, insana imgesel ve aynı zamanda gerçek bir sınır sunacaktır.

   İnsanın dışındaki bütün varlıklar insana, "anlamı" hatırlatırken, bir başka insan ise "sınırlarını" hatırlatır. Hiç değilse, varlık aleminin kendisi için değil, diğeri için de var edildiğini hatırlatır. Bunun farkına varan insan şairin Kant'a söylettiği gibi

    "Üstümde yıldızlı gök...

      İçerimde ahlak yasası."

deme aşamasına gelmiş insandır, çünkü artık başka bir insan daha vardır.

   Bu mecrada "insan insanın belirtecidir" demekle yanlış bir şey söylemiş sayılmayız. Daha fazla insan ise daha kapsamlı ve daha anlamlı bir belirteç olacaktır. Diğer bir ifade ile iki insan belirli bir özgürlük pergeli oluşturacakken daha fazla insan ise bu özgürlük pergelinin açısını daha da genişletecektir. İnsanların insan olma bilincini kavrayıp da iş birliği içerisinde topluluk halinde yaşamaya başladığı zamanlardan itibaren özgürlük ile imtihanları devam etmektedir. Aslında tarih ispat etmiştir ki insanlık bu imtihandan hep zayıf not almıştır. İnsanların bir araya gelip, devlet yapılanmalarını oluşturdukları zaman ilk yaptıkları şeyin; hem kendi içlerindeki bazı insanların hem de başka toplulukların haklarını görmezden gelmek olduğuna tarih şahitlik etmiştir. İnsanın kendisine köleler edinmesi, bunun en önemli göstergesidir. Bunun daha da korkunç olanını söyleyecek olursak ilk çağlarda; özgürlük, hak, adalet gibi kavramlarla ilgili söz söyleyen düşünürlerden biri olan Aristoteles'e göre bile insanların bir kısmı köleliğe mahkumdu. Tek bir fark ile tabi: köleler Yunan olmamalıydı. Aristoteles'in bu görüşlerini bazıları, kendi döneminin şartları itibariyle yanlış saymayabilir. Oysa bunun temelde, zamanla ve mekânla ilgisi yoktur. Zira "insan" her zaman insandır ve beş bin yıl önce de bugün de herhangi bir kölelik ortamından bir insanı kurtarmak insan olmaklığın farkına varmakla mümkündür.

   Nihayetinde işin ucu dönüp dolaşıp bütün insanlarda, başkasıyla karşılaştığında kendi insanlığını da hatırlatacak cevherin idrak edilmesine varmaktadır. Başkasını sevebilme, başkasına tahammülü de mümkün kılar. O kadar ki, karşılığında ödülü gecikmez ve aynı şekilde bir bumerang edasıyla geri döner. Bu birlikte yaşamayı da anlamlı kılan bir özgürlüktür aynı zamanda. Bunu sağlayacak o cevher "sevgi ve merhamet" olup, dış etkenlerle bozulmamış her insanda mevcuttur. Yeter ki insan kendi isteğiyle "ötekiler" oluşturmasın.

                                                                                                             - Büşra Türkarslan