Bu içerik Listenary, Moviewa ve Uyar Edebiyat Dergisi ekiplerince hazırlanmıştır.

"Üç Yüzük göğün altında yaşayan Elf Kralları'na 

Yedisi taştan saraylarında Cüce Hükümdarlar'a, 

Dokuz Yüzük Ölümlü İnsanlar'a, ölecekler ne yazık 

Bir Yüzük gölgeler içindeki Mordor Diyarı'nda, kara tahtında oturan Karanlıklar Efendisi'ne." 

  

Yüzüklerin Efendisi... İnsanı; başka bir aleme ait hissettiren, o alemde yaşatıp kahramanlarla özdeşleştiren, hayal gücünü ve zihnini katman katman genişleten iki kelimelik bir destan. Destan diyorum çünkü hem kitabın yayınlandığı günlerden bugünlere hem de filmlerin yayımlandığı günlerden bugünlere milyonlarca insanın yüreğini yumuşatıp kalbine dokunmuş, hayatını bir nebze de olsa değiştirmiş, kimi zaman hüzünlendirip kimi zaman sevindirmiş, içinden dersler çıkarttırmış bir eser. Bu destan, yanına hiçbir kitabın ve hiçbir filmin yaklaşamayacağı kusursuz epik anlatımıyla genel olarak iyilerle kötülerin, ışık ile karanlığın, hakikat ile yalanın bitmek bilmez savaşı üzerine kurulu olsa da arka planda işlediği dostluk, yoldaşlık ve fedakârlık kavramlarıyla birlikte insanın güce bağlı olmasının getireceği olumsuzluklara değinmesiyle, inanılan değerlerin kutsallığıyla ve bu değerlerin peşinde inatla gidilmesi gerektiğini ısrarla telkin etmesiyle hâlâ insanların kalbinde yaşıyor ve belli ki yüzyıllarca yaşamaya devam edecek.  Bu destanla hayatının erken döneminde tanışmış ve çok derinden etkilenmiş sayısız insanlardan biri olarak ben de kendimi hep çok şanslı hissederim. 

Şu an yerinde yeller esen Yalova'nın denize nazır eski sinema salonunda, hayatında gittiği ilk sinema filmi Yüzüklerin Efendisi: Kralın Dönüşü olan ben, erkenden edindiğim şanslı sıfatının değerini hayatım boyunca korumak için o günden sonra Yüzüklerin Efendisi'ne ve onun fantastik evrenine sıkı sıkıya sarıldım. Gerçi o ilk sinema gününden zihnimde kalan tek ayrıntı azapsever Grond'un ağzından ve gözlerinden çıkan alevler ve etrafında birikmiş ürkütücü orklar olsa da sonraki yıllarda CD-DVD gibi cihazlarda defalarca izlediğim, bilgisayarda oyunlarını oynadığım bu seri beni çocukken o kadar etkiledi ki okuluma bisikletle gittiğim günlerde kendimi Pelannor Çayırları'nda Kral Théoden'e sadakatle bağlı bir Rohan süvarisi olarak gördüm. Gece uyumadan önce Aragorn, Boromir, Gimli ve Legolas gibi savaştım. Frodo, Sam, Pippin ve Merry gibi boyumdan büyük işlere cesurca kalkıştım. Gandalf gibi üstün bir büyücü olup dostlarını kötü ruhların timsali olan Balrog'lara karşı korumak istedim. Miğfer Dibi'ni , Osgiliath'ı ve Minas Tirith'i savundum, Kara Kapı'ya dayandım. Böyle kurduğum nice hayal doğaldır ki küçük yaşların maceraperest arzularıyla zihnimde filmlerin daha çok epik taraflarını bana yaşattı. Belli bir vakit sonra seriyi tekrar tekrar izleyip, kitapları okuyup derin derin düşündüğüm zaman kendimi daha çok bir Hobbit'e yakın gördüm. Ancak o zaman Yüzüklerin Efendisi'nin altyapısında bulunun insanı olgunlaştıran, güzelleştiren ve biçimlendiren hâlini kavradım. 

Kurgusal evrenlerin, insanın masum ruhunda uyandırdığı tüm bu hisler özellikle kendimizi kahramanlarla özdeşleştirebilmemizin etkisiyle tüm hayat hikayemize etki edecek güzellikleri bizlere ilmek ilmek işler. Bahsini ettiğim etkilerinin yanında kitaplarının aşıklar arasında hediyeleşildiği, hikayenin çekilen filmleri için ailelerin düzenli sinema gecesi düzenlediği Yüzüklerin Efendisi başta olmak üzere bütün bir Orta Dünya'yı içindeki hikayelerle bizlere miras bırakan kişiden de bahsetmek istiyorum. Güney Afrika'da doğup İngiltere'de büyüyen Tolkien küçük yaşta babasını kaybettiklerinde annesi ve kardeşleriyle yerleştiği bir köyde aslında farkında olmadan bize kurduğu eşsiz evrenin ilk tohumları zihnine ekiyordu. Yayımlandığı zaman çok büyük tepkiler alan ilk eseri Hobbit'e ilham olan bu köy; bataklığıyla, değirmenleriyle, yeşil tepelikleriyle Shire'in adeta bir prototipi gibiydi. Çocukluktan çıktığı yıllarda eğitimi için yerleştikleri Birmingham şehrinde bir süre sonra annesini de kaybeden Tolkien daha sonra teyzesinin yanına yerleşir ve bir papazın gözetimine verilir. Başarılı eğitim hayatıyla çeşitli burslar kazanır. Henüz on üç on dört yaşlarında çeşitli diller üretmeye, tasarlamaya ve kendi kendine konuşmaya başlar. Böylelikle Elf dilinin temellerini de küçük bir yaşta atmış olur. Sanayi Devrimi'nin de başladığı şehir olan Birmingham, döneminde eşine pek az rastlanan yüksek binalarıyla ve bu binaların ilginç tasarımlarıyla Orta Dünya evrenindeki şehirlere, kulelere ilham kaynağı olur. Yine bu yaşlarda kendisi için Beren ve Lúthien'in Hikâyesi'ni yazdığı kıymetli eşi Edith ile tanışan Tolkien'in mezhep ayrılıkları sebebiyle bir süre sonra Edith ile görüşmesi yasaklanır. Çiftimiz görüşmeleri yasaklanmadan önce birlikte çeşitli doğa gezilerine çıkarlar ve bu gezilerden Tolkien'in etkilendiği çok açıktır. Özellikle Elflerin yaşam yerleri olan Ayrıkvadi ve Lothlórien'in ilk şekilleri Tolkien'in aklına bu gezilerde gelir. Hatta bir gezide Edith ormanda dolaştıkları bir gün Tolkien için dans etmiş ve bu Tolkien'i çok etkilemiştir. Hikaye boyunca da görürüz ki Elfler müzik ve şiirin yanında dansla da ilgilenen bir tür. Tolkien daha sonraki yıllarda Exeter Koleji'nde diller üzerine eğitim almaya başlar ve Edith ile evlenirler. Bir süre sonra hayatın en çirkin yüzü olan savaş ile tanışır. Dünyanın en kanlı muharebelerinden birisi olan Somme Muharebesi'nde görev alır ve bu savaşta gördüğü çirkinlikler yarattığı evrende karşımıza Melkor, Sauron, orklar ve goblinler olarak karşımıza çıkar. Savaştan yakın arkadaşlarını kaybederek ve derin ruhsal yaralar alarak döner. Hatta Yüzüklerin Efendisi'nin önsözüne "1918 yılında biri hariç tüm yakın arkadaşlarım ölmüştü." satırlarını ekler. Savaştan döndükten sonra Oxford'da çalışmaya başlar ve profesörlüğe kadar yükselir. Eserlerini 1937'de yayımlamaya başlar. Ölene kadar yazmaya devam eder. Yayımlanamayan eserleri öldükten sonra oğlu Christopher tarafından yayımlanır. 1971'de ölen Edith ve 1973'te ölen Tolkien'in mezar taşlarında, destansı hayatlarının öyküsü sonsuza kadar söylensin diye aşklarının simgesi olan Beren ile Luthien'in adı yazılır. 

Çocukken hayal gücümü geliştiren, ilk gençlik yıllarımda sadakati, erdemi öğreten bu evreni sinemaya aktarıp zihnimde somutlaştıran; yapımcı, senarist, oyuncular başta olmak üzere tüm ekibe sizlere ve bana kattıklarından dolayı müteşekkir olduğumu belirtmek istiyorum. Bitmek bilmez kurgulama gücüyle insana sınırsız kapılar açan, fikirleri ve yaratma gücü bütün fantastik edebiyata etki eden, dünyadaki en büyük dehalardan biri olarak gördüğüm dilbilimci, şair ve yazar Profesör J.R.R. Tolkien'e ve onun birçok konuda destekçisi ve esin kaynağı olan sevgili eşi Edith Tolkien'e şükranlarımı ve saygılarımı sunuyorum.

Uyar Edebiyat Dergisi

“Dünya değişti. Bunu suda hissediyorum. Toprakta hissediyorum. Havada kokusunu alıyorum. Bir zamanlar var olanın çoğu kayboldu. Çünkü onu hatırlayanların hiçbiri artık yaşamıyor.”

İşte bu sözlerle yıllarca konuşulacak olan on iki saatlik epik bir maceranın, Orta Dünya ve büyülü kültürünün kapıları aralanıyor seyirciye. Bu noktada seriyi edebiyat dünyasına kazandıran ve son derece yaratıcı bir zihin olduğu şüphe götürmeyen J. R. R. Tolkien’den sonra The Lord of the Rings ile tanışmamıza vesile olan kişinin yönetmen Peter Jackson olduğunu söylemek gerekir.

Kuşkusuz The Lord of the Rings’i özel kılan ve türünün diğer örneklerinden ayıran niteliklerden biri; basitçe bilgisayar ortamında görüntü üretmeyi sağlayan CGI teknolojisinin ve gerçeğe son derece yakın, detayları üzerinde çalışılmış maketler ve makyajlar ile gerçek mekân çekimlerinin harmanlanmış olmasıdır. King Kong ve Hobbit gibi fantastik filmlerin de yönetmen koltuğunda oturan Peter Jackson, üçleme boyunca kullandığı bu teknikle sinemayı kurgusal bir düzlemden var olana yaklaştırmıştır. Huzurlu atmosferi ile kaotik bir dünyada adeta nefes almamızı sağlayan Hobbit köyü Shire, bunu kanıtlayan ögelerden yalnızca biri. Henüz çekim aşamasına geçilmeden bir yıl önce köyün inşa süreci başlamış. Hobbitlerin fiziksel özellikleri göz önünde bulundurularak haneler, patikalar, tarlalar yapılmış ve hatta bu tarlalar bir yıl boyunca ekilip biçilmiş, bakımları üstlenilmiş. Diğer yanda ise Andy Serkis’in hayat verdiği Gollum karakterinin dönemin teknik sınırlarını zorladığını ve en nihayetinde başarılı bir görsellik sunduğunu söylemek mümkün. Öyle ki insan hareketlerini hiçbir kayıp yaşanmadan bilgisayar ortamına yansıtan Motion Capture teknolojisi kullanılarak yaratılan Gollum, The Lord of the Rings’e Özel Efekt Ödülü kazandırmış. İki yüz yetmiş dört gün süren ve yüz milyonlarca dolar harcanan çekimler boyunca kılı kırk yararak serinin hakkını vermeye kararlı olan Peter Jackson da ortaya çıkardıkları işe ne kadar güvendiğini şu sözlerle ifade etmiştir:

“Kafamda tasavvur ettiğim film her daim dönüşüm hâlindeydi. Sahneleri gerçekte kurguladıkça, zihnimde canlanan sekanslar da değişiyordu. Ardından kurguladığım karakterlere hayat verecek oyuncular ve onların yüzleri de işin içine giriyordu. Bu sebeple tasarladığım film, sürekli güncelleniyor ve değişiyordu; ortaya daima daha iyi bir şey çıkıyordu. Detaylar şekillendikçe film gelişiyordu. Zira yeni eklenen her detayın bir katkısı oluyordu. Bu sebeple filmden oldukça gurur duyduğumu söyleyebilirim.”


Jackson’ın da bahsettiği oyuncu kadrosunun, The Lord of the Rings’i efsaneleştirdiği yadsınamaz bir gerçek. İstisnasız her oyuncu, Orta Dünya folklorunu, ruhunu ve canlandırdığı ırkın kendine has özelliklerini, duygu ve davranış biçimlerini özümsemiş; karakteriyle adeta ayrılmaz bir bütün olmuş ve fedakârlık yapmaktan çekinmemiş. Billy Boyd ve Viggo Mortensen’ın Elfçe söyledikleri şarkıları bestelemeleri, Mortensen’ın boğulma tehlikesi atlatmasına, defalarca kez yaralanmasına, dişlerini ve ayak parmaklarını kırmasına karşın daha gerçekçi bir performans sergileyebilmek adına çekimlere ara vermeden devam etmesi, Orlando Bloom’un da eksik kalmayıp kaburga kemiklerini kırması, ağırlığı yirmi dört kiloyu bulan zırhlar giyilmesi, alerjik reaksiyonlara sebep olan özel efekt makyajları kullanılması ve Yüzük Kardeşliği’nde yer alan oyuncuların Elf dilinde dokuz sayısını dövme yaptırmaları gibi pek çok örnek bunu kanıtlar nitelikte.


Belki de birbirinden bağımsız on binlerce insanı ortak bir paydada buluşturan ve var olması dilenen bir kültür sunan The Lord of the Rings, bugün dahi kamera arkasında ve önünde verilen bunca emeğin karşılığını almaya devam ediyor. Elijah Wood’un canlandırdığı Frodo Baggins, saflığı ve sadıkane tavırlarıyla sempatimizi kazanan Samwise Gamgee ve arkadaşlarının yüzüğü yok etmek uğruna çıktığı yolculuk, üzerinden tam yirmi yıl geçmesine rağmen hâlâ aynı heyecan ve coşku ile izleniyor; hikâye üzerine sayısız teori üretiliyor ve tartışılıyor. Her zaman bir noktada, yüzüğün sahibine dönmek istediği gibi, film de izleyicisine dönüyor.

Moviewa 

"Size ağlamayın demeyeceğim çünkü her gözyaşı şerden akmaz."

 

Bazı filmler vardır ki, kendileri kadar müzikleri de onlarla birlikte hep hatırlanmıştır; hatta bazen yalnızca müziklerinin anımsandığını söylemek dahi mümkündür. Bu başlık altında inceleyebileceğimiz belki de yüzlerce film var ancak Orta Dünya yaratısından ve kendine has ezgilerinden kopamayanlar için, Yüzüklerin Efendisi zafer bayrağını her daim elinde tutuyor.

Yüzüklerin Efendisi üçlemesinin müziklerinin yaratıcısı Howard Shore, her bir melodiyi filmlerin muhteşem mekânlarıyla, epik savaşlarıyla, unutulmaz karakterleriyle ve hatta objeleriyle bile ahenk içinde üretmiştir. Muazzam bir incelikle ortaya çıkarılan bu melodiler Shore’a dört Grammy, üç Oscar ve iki Altın Küre başta olmak üzere birçok farklı ödül kazandırmıştır.

Lothlorian, Ring, Shire ve Fellowship olmak üzere dört ana başlıkta inceleyebileceğimiz müzik temalarının; hikâye ve hikâyenin geçtiği mekânlarla uyumu, moda ve yaşanan olaylara göre değişim göstermeleri gibi ince detaylar albümlerin ne kadar büyük bir işçilikle ortaya koyulduğunu kanıtlar nitelikte.

Howard Shore tarafından yazılıp bestelenen ve uzunluğu toplamda on üç saati aşan müzikler, birden fazla formatta yayımlandı. Prodüksiyon aşamasında Londra Filarmoni Orkestrası ve çeşitli korolar da dahil olmak üzere dört yüze yakın müzisyen ile çalışıldı.

Howard Shore, yapımı tam dört yıl süren müziklerin besteleme aşamasında tüm zamanını film setinde ve prodüksiyon ekibiyle birlikte geçirdi. 19. yüzyıldan fazlasıyla etkilenen Shore, J. R. R. Tolkien’in yarattığı, ucu bucağı olmayan “Orta Dünya” kültürüne besteleriyle adeta yeni bir soluk kazandırdı.

Şarkılarda, Eski İngilizce ve Orta Dünya dilleri de kullanıldı. Alışılmışın dışında enstrümanlara, kurgu koro seslerine, antika seslere, elektronik ve synth müzik gibi modern tekniklere asla yer verilmedi. Shore, Orta Çağ folklorundan, modern lehçelerden ve doğu notalarından bolca ilham aldı.

Filmin müzikal teması için yüzü aşkın motif kullanılırken temel prensip her daim kitapların kültüründen kopmamak oldu. Karakterler, objeler, mekânlar ve olay örgüsü özelinde ayrı ayrı temalar belirlendi ve bestelendi. Bu yaklaşım, tema bakımından türünün en zengin müziklere sahip serisi olmasını sağladı.

Tüm bu hummalı çalışmalar sonucunda Yüzüklerin Efendisi üçlemesinin müziklerinin, orkestra ve koro tarihinde de mühim bir yere sahip olduğunu söylemek gerekir. Soprano seslerin öncülük ettiği orkestra ve korolar, kendinden sonraki yapımlara da örnek olmuştur. Bu uçsuz bucaksız, huzur dolu dünyanın tüm müzikleri, günümüzde de birçok orkestra ve koro tarafından performe edilmektedir. Ayrıca film müziklerinin yapım aşamasını konu alan “Howard Shore: An Introspective” adlı bir belgesel de çekilmiştir.

Listenary