İnsan senelerce uğraşır, kendi sözlüğünü oluşturur. Önem verdiği her kavrama bir tanım bulur. 

"Hakikat", "mutluluk", "güzellik", "onur", "itibar", "sadakat..." 

Hayatın her mühim dönemecinde şahsi sözlüğünü açar bakarsın. Vaktiyle yaptığın tanımları bir daha kolay kolay sorgulamazsm. 

Derken birgün, işte o yabancı gelir ve kıymetli sözlüğünü alıp fırlatır.

"Şimdiye değin sorgusuz sualsiz sahip çıktığın her tanım baştan yazılacak" der.

"Bildiğin her şeyi unutma zamanı geldi."

O'nun bana ettiği budur işte. Emin olduğum her bilgiyi sildi, beni hocayken yeniden talebe hâline getirdi. 

Birini bu kadar sevdiğin zaman istersin ki ailen, arkadaşların, en yakınların da bu sevgiyi paylaşsın, onu sevsin. Nasıl hissettiğini anlamalarını beklersin. Böyle olmayınca şaşırır, incinir, gücenirsin.

Ne yapayım da ailemin O'nu benim gözümle görmesini sağlayayım? Tarifi olmayanı nasıl tarif etmeli? 

 O benim Rahmet Ummanım, Lütuf Güneşim. 

Aramızdaki dostluğun derinliği Kuran'ın dördüncü okuması gibi; ya içindesindir,kapılır gidersin, ya dışındasındır, neye benzediğini bilemezsin. 

Maalesef çoğu kimse kulaktan dolma bilgilerle hareket edip başkalarını yargılar. Onlara göre O asi biri, serkeş, başıbozuk, ne yapacağı belli olmayan, güven telkin etmeyen biri. 


Yalan dolana ve dalavereye alışkın olanlar O'nun sivri ve dürüst dilini takdir etmekte zorlanır. Başkalarının yapmacık nezaket gösterdiği yerde O inadına dobra dobra konuşur. Söyleyeceği ne varsa herkesin yüzüne söyler. Kimsenin ardından dedikodu yaptığını görmedim. 

Benim için O, koskoca kâinatı çekip çeviren tılsımın zuhur etmiş hâlidir.

O'nun kalbi bir kervansaraydır, git git bitmez. 

Odalarında gariban yolcular kalır. O kimseyi dışlamaz.

Ben O'da ruhdaşımı buldum. Böylesi bir buluşma hayatta ancak bir kez olur. Yirmi sekiz yılda bir kez! 

Herkes bana O'nu niye bu kadar sevdiğimi sorar.

 Nasıl cevaplayabilirim ki? Kim ki bu soruyu sorar, demek ki anlamaz; kim ki anlar, zaten bu soruyu sormaz.