Metallica, eminim ki pek çok metal dinleyicisinin ilk dinlediği gruplardan biridir, özellikle grubun Master Of Puppets, Fade To Black, Enter Sandman, Nothing Else Matters gibi şarkılar çoğumuzu metalle tanıştıran şarkılardandır.
İlk albümü Seek & Destroy'dan beri Metallica, metal müzik camiasında çok önemli bir yere sahip. Ride The Ligthing, Master Of Puppets, ...And Justice for All ve Metallica (The Black Album) hala metal müziğin en önemli dört albümü olarak adlandırılır. Uzun ve efsaneleşmiş gitar soloları, akılda kalıcı riffleri, kendilerine özgü tarzları 90'lı yıllardan beri pek çok metal grubuna da ilham kaynağı olmuştur.
Metal müziğin yükselişte olduğu, pek çok yeni grubun kurulduğu dönemde fırtına gibi esen Metallica, daha sonrasında yayımladığı Load, Reload ve ardından kendisine en ağır darbeyi vuracak olan St. Anger'ı yayımladıktan sonra hızlı bir düşüşe geçmeye başladı. Özellikle St. Anger'da tarzından oldukça uzaklaşan grup, hem kendi dinleyicileri hem de müzik eleştirmenleri tarafından oldukça fazla eleştirilmeye başlamıştı. Bu düşüşün ardından uzun bir süre herhangi bir şey yayımlamayan Metallica, tam tahtından inecekmiş gibi görülürken 2008'de yayımladığı Death Magnetic'le herkesi şaşırtıp inmesi beklenen metal müzik tahtına tekrar oturdu.
Müzikal olarak albüm, Metallica'nın gitar soloları içermeyen ve daha modern bir sese sahip önceki albümü St. Anger'dan radikal bir şekilde ayrılıyor. Death Magnetic, hem Kirk Hammett hem de James Hetfield'den çok uzun, teknik gitar soloları içerirken grubun tekrar trash metale dönüşü oluyor.
Kirk Hammett, Metallica'nın kayıt yaptığı stüdyoya rahmetli Alice in Chains üyesi Layne Staley'nin bir fotoğrafını getirmesiyle başlığın ilham kaynağı olmuş. Kendisi hikayeyi şu şekilde anlatıyor:
"Death Magnetic, en azından başlık benim için, Layne Staley gibi şu anki işimize düşmüş insanlara ve temelde bir tür rock'n roll şehitlerine övgü olarak başladı. Ve sonra oradan büyüdü, ölümü düşünerek... bazı insanlar ona doğru çekilir, tıpkı bir mıknatıs gibi ve diğerleri ondan korkar ve iter. Ayrıca hepimizin öleceği kavramı bazen gereğinden fazla konuşuluyor ve çoğu zamansa hiç konuşulmuyor - kimse bu konuyu gündeme getirmek istemiyor; bu konu adeta oturma odasındaki büyük beyaz fil. Ama hepimiz bir noktada bununla başa çıkmak zorundayız."
Başlık, My Apocalypse parçasında referans olarak alınmıştır. Hammett'e göre, albüm için düşünülen bir başka isim de Songs of Suicide and Forgiveness'dı.
Tematik olarak, on parçası boyunca ölümlülük, kendini yakma, ihanet ve bağımlılığı ele alan karanlık bir albüm olan Death Magnetic'e gelin biraz daha yakından bakalım:
1. That Was Just Your Life
Albüm, dinleyicinin kulaklarında çınlayan bir kalp atışının sesiyle başlıyor. Daha bu şarkıdan bile eski tarza dönme çabasını çok rahat ir şekilde görebiliyoruz, çünkü Metallica, Ride The Lightning, Master Of Puppets ve ...And Justice For All gibi efsanevi albümlerinde de açılış şarkıları hafif bir introyla girer ve yüksek hızda devam eder, tıpkı Death Magnetic'in açılış şarkısı olan That Was Just Your Life gibi.
Baştaki kalp atış sesinin ardından gelen yoğun gitar sesi albümün teması olan ölümü ve yeniden doğuşu dinleyicilere hissettirrken 01.30'dan itibaren tempo değiştirerek özlediğimiz Metallica sesiyle bizleri tekrar buluşturuyor. Hem albümün temasını hem de amacını fazlasıyla yansıtan şarkı bu sebeple açılış şarkısı olmaya son derece uygun. Şimşek hızındaki gitarlar ve James Hetfield'ın yakıcı ve güçlü vokal, albüme enerjik bir biçimde başlamamızı sağlıyor.
2. The End Of The Line
Direkt ana riffle açılan The End Of The Line, albümün en tek düze şarkısı olarak karşımıza çıkıyor. Her ne kadar aralarda Kirk Hammet'ın harika sololarını dinlesek de şarkının tek bir riff üzerinde ilerlemesi ve riffin üzerine pek fazla şey eklenmemesi şarkıyı ortalamadan öteye götüremiyor.
Buradaki ana riff, bazı hayranlar tarafından anında hatırlanacaktır, riff Metallica'nın 2006'da canlı olarak çıkış yaptığı The Other Song'dan alınmış ve şarkı direkt çöpe atılmış. Pearl Jam'in Animal'ını anımsatan yinelenen bir hook da dahil olmak üzere, bu şarkının merkezindeki riffi en çok şarkının girişinde hissediyoruz. Yüksek ve ilgi çekici başlayan The End Of The Line, maalesef aynı durumu şarkı boyunca devam ettiremiyor.
Biraz da Master Of Puppets havası alırken grubun eski tarzına dönmek için ne kadar çabaladığını da rahatlıkla görebiliyoruz, özellikle de birkaç albümdür eksik olan meşhur Kirk Hammet solosu tadını bu şarkıda tekrar almaya başlıyoruz.
3. Broken, Beat & Scarred
The Black Album'ü hatırlatan basit ama etkili bir ana riff etrafında ilerleyen şarkı, albümün pek çok şarkısına nazaran daha az kasvetli ve daha enerjik. Çarpıcı, dinamik ve akılda kalıcı bir nakaratla Hetfield'ın ustalıkla kontrol edebildiği vokalini bu şarkıda bir kez daha baskın bir şekilde görüyoruz.
Hayattaki her şeyde olduğu gibi, geride bıraktığınız bir şeye tam olarak geri dönmenin gerçek bir yolu yoktur, ancak grubun uğurlu geçmişine bir selam verme kararına bir de o dönemki müzik modasının eli değince şarkı Master Of Puppets'ın modernize edilmiş haliymiş gibi bir havaya sahip olmuş. Gitar riffleri ne kadar modernize edilmiş olsa da Lars Ulrich'in baterisi şarkı boyunca hala geleneksel Metallica tonunda ilerlemeye devam ediyor.
4. The Day That Never Comes
Albümün en düşük tempolu şarkısı olarak karşımıza çıkan The Day That Never Comes, önceki şarkının iniş çıkışlarından ve yüksek temposunun ardından bizleri sakinleştiriyor ve bir mola vermemizi sağlıyor. İlk dinlediğimizde başları bize Fade To Black'i hatırlatan şarkı, aynı zamanda Death Magnetic'in çıkış şarkısı. Sakin ve incelikli bir riffle açılan şarkı. Şarkı ilerledikçe bu sakin riff'e birden fazla gitarın uyum içerisinde çaldığı sololar ve oldukça güçlü ama şarkıyı boğmayan bir ritim de ekleniyor, bu durum şarkının ...And Justice For All albümünde bulunan One parçasına oldukça benzemesine yol açarken bizi özlemiş olduğumuz Metallica tarzı ile tekrar buluşturuyor.
Bu şarkıda en çok fark ettiğimiz şey ise Death Magnetic'te gülünç bir mastering veya miksaj işi olduğu söylentilerinin asılsız olduğu, gitarlarda bol miktarda orta ve ara geçiş var ama bu durum öyle iyi bir şekilde ayarlanmış ki asla kulağa kötü gelmiyor. Aksine şarkının temposu düşük olsa da bu geçişlerle dinleyiciyi şarkıda tutmayı başarıyor. Son dokuz yılda Kirk Hammet'ı albümlerde pek fazla duymasak da bu şarkıyı dinlerken onca zaman boyunca öylece oturmadığını ve müzik paletini oldukça geliştirdiğini açıkça görebiliyoruz. Kendisi sadece bu parçadaki çalışması için bile Iron Maiden, Steve Vai ve ister inanın ister inanmayın The Michael Schenker Group'un tarzlarını oldukça yakından incelemiş.
Sözler birçok farklı şekilde yorumlanabilir ancak grubun davulcusu Lars Ulrich, şarkının bir Baba-Oğul ilişkisini konu aldığını belirtiyor. Daha yakından incelendiğinde, bu ilişki suistimal edilen bir ilişki. Şarkı, ne kadar alınabileceği ve ne kadarının yeterli olduğu arasında bir çizgi çizmenin yanı sıra, depresyon ve saldırganlık duygularını da oldukça iyi bir şekilde dışa vuruyor.
5. All Nightmares Long
Daha girişinden itibaren bizi mistik bir havaya sürükleyen şarkıda gitarlar oldukça baskın kullanılmış. Ana gitar riffini dinlerken kendinizi istemsizce kafa sallarken bulabilirsiniz. Bir önceki şarkıya göre daha yüksek bir tempoya sahip olan All Nightmares Long, biraz daha ...And Justice For All / The Black Album dönemlerini bize hatırlatıyor. Hammett'ın kaotik solosu ana riffe mükemmel bir şekilde uyuyor ve bizi albümün yarısına gelmişken uyandırıyor. Elbette ki James Hetfield'ın bu şarkıdaki güçlü vokallerine de değinmesek olmaz, bu kadar güçlü bir tona sahip olan şarkıda vokallerin boğulmaması da şarkıyı oldukça özel kılıyor.
Her dinlediğimizde yeni bir solo, yeni bir riff keşfettiğimiz şarkı, bu sebeple albümün müzikal anlamda en zengin şarkısı. Robert Trujillo'nun akustik gitarla çaldığı flemenko ritmlerinden ortaya çıkan şarkının bu kadar farklı bir his vermesi pek de şaşırılacak bir şey olmasa gerek.
6. Cyanide
Cyanide'ı tek bir şeyle tanımlayacak olsak bu kesinlikle bas olurdu. Şarkıyı diğerlerinden ayıran ve bu kadar güzel yapan şey bas riffinin kullanılması daha önemlisi de kullanım şekli. Güçlü bir ritim olmasına rağmen bas asla boğulmuyor ve şarkının başından sonuna kadar yüksek kalmasını sağlıyor. Albümde genel olarak Metallica'nın eski albümlerinin tadını alsak da Cyanide bu yaklaşımın dışında kalıyor, çünkü klasik Metallica şarkıları gitar riffi + ritim + aralara gitar solosu şeklinde ilerler, ancak burada en baskın olan şey bas ve ritmin uyumu bu da Metallica'nın çok sık yaptığı bir şey değil.
Albümün 3. teklisi olmasına rağmen Cyanide, grubun canlı olarak çaldığı ilk Death Magnetic şarkısı ki aslında bu biraz şaşırtıcı çünkü şarkı albümün özelliklerini pek fazla taşımıyor. Belki de bunun sebebi grubun kendisini yenilenmiş olarak göstermeyi istemesidir, kim bilir?
Şarkıda ikinci dikkatimizi çeken şey de Lars Ulrich'in bateriyi sadece trampet olarak değil de daha etkin bir şekilde kullanması, hem bu durum hem de şarkının tam ortasındaki sert dönüş dinleyicinin şarkıyı merak etmesine sebep olmakta.
7. The Unforgiven III
The Black Album'deki Unforgiven ve Reload albümündeki The Unforgiven II'ın ardından 3. ve son The Unforgiven olan The Unforgiven III, sade bir zarafetle bir yaylı bölüm eklenmeden önce basit bir Michael Nymanesque piano nakaratıyla açılıyor. Sonra yavaştan o gizemli ve dinlerken insanın içine işleyen gitar riffini duymaya başlıyoruz. Şarkı önceki The Unforgiven'lara göre olukça sakin ve olgun bir şekilde ilerliyor. Ne kadar ballad özellikleri taşısa da arada yükselip alçalması şarkıya farklı bir enerji katıyor.
Grup, her ne kadar önceki The Unforgiven'larla bağlantısı yok şeklinde bir açıklamaa bulunsa da şarkının sözleri özellikle The Unforgiven II ile benzer bir temaya sahip.
Şarkı 05.35'e kadar yer yer çıkışlara sahip olsa da yavaş ve sakin ilerlerken birden duyduğumuz Kirk Hammet solosu şarkıyı bir ballad olmaktan çıkarıp eşsiz bir metal parçası haline getiriyor ve bize bir Master Of Puppets havası veriyor. Bunun yanı sıra şarkıyı riffleri sebebiyle Ride The Lightning albümüne koysak eminim ki çok da sırıtmazdı.
8. The Judas Kiss
Şarkı başlar başlamaz duymaya başladığımız riffler bize biraz daha klasik rock parçası dinliyoruz hissi verse de 00.21'de dozunu yavaş yavaş arttıran bas şarkının tonunu tamamen değiştiriyor ve bizi farklı bir atmosferin içine sokuyor. Şarkıdaki inişler ve çıkışlar şarkıya etkileyici bir dinamik katarken Metallica'nın özüne dönmek için gösterdiği çabayı da rifflerin ve ritmin kullanım şekli ile rahatça görebiliyoruz.
Albümdeki şarkıları incelemeye başlamadan önce bu albümün karanlık ve kasvetli bir havası olduğundan bahsetmiştik. Bu havayı alabildiğimiz yerlerden birisi de kesinlikle Kirk Hammet'ın bu parçadaki solosudur, ne kadar sonradan hızlanmaya başlasa da solonun başındaki o gizemli ve kasvetli ton bizi albümün atmosferi içine çekmeye yetiyor. Bu atmosfere girmemizi sağlayan bir diğer şey de arada kısılan ve boğuklaşan vokal. Her ne kadar Hetfield'ın "Bow Down" dediği kısımlar bizi Master Of Puppets dönemine götürse de şarkı genel olarak Death Magnetic albümünü gayet iyi bir şekilde yansıtmakta.
9. Suicide & Redemption
Metallica'nın 20 yıl aranın ardından ilk enstrümantal parçası olan Suicide & Redemption, gayet güzel bir şekilde başlıyor. Güzel bir ritim, güzel gitar riffleri, iki adet güzel soloya sahip olmasına rağmen şarkı kompozisyon açısından oldukça zayıf. Şarkıyı dinlerken sanki enstrümantal bir şarkı değil de sözleri olan bir şarkının karaoke versiyonunu dinliyormuşsunuz gibi hissediyorsunuz.
İkinci ve en rahat fark edilen problem iki gitar solosunun birbirine bağlandığı kısımdaki uyumsuzluk. Ayrı ayrı dinlediğimizde elimizde birbirinden harika iki solo var; ilki James Hetfield'ın orta sertlikteki bir ritmin üzerine çaldığı istikrarlı ve güçlü olan ve daha sonrasında duygusallaşıp bizi uzaklara götüren bir solo, diğeri ise Kirk Hammet'ın oldukça hızlı, ritme göre daha baskın ve trash metal havası veren solsu. İki solonun ne kadar birbirine benzeyen tarafları olsa da aynı zamanda oldukça zıtlar. Bu ikisinin birleştiği kısımdaki eğretilik dinleyicileri biraz hayal kırıklığına uğratıyor.
Her ne kadar sorunlarından bahsetmiş olsak da Suicide & Redemption kesinlikle çöpe atılabilecek bir parça değil. Şarkı, Metallica'nın rifflerde ve sololarda ne kadar başarılı olduğunun gerçek bir göstergesi, ancak aynı zamanda bu uyumsuzluk sebebiyle maalesef oldukça harcanmış. Grubun The Call Of Klulu, Orion, To Live Is To Die gibi efsanevi enstrümantal şarkılarının yanında bu şarkı oldukça aşağı bir konumda kalıyor.
10. My Apocalypse
Albümün son şarkısı My Apocalypse, öfkeli bir trash metal şarkısı olarak karşımıza çıkıyor. Albüm, ne kadar hafif bir melodiyle başlayıp birden hızlanan bir şarkıyla açılsa da kapanış şarkısı direkt yüksek başlayıp daha da yükselerek ilerliyor. Bu da aslında Metallica'nın bir nevi geri dönüşünü simgeliyor diyebiliriz. Kapanışta bize resmen o güne kadar kazandıkları tüm kabiliyetleri gösteren grup, albümün eski Metallica albümlerinin tekrarından fazlası olduğunu, hala özgün ve yeni şeyler denenen bir albüm olduğunu bu şarkıyla dinleyicilere kanıtlıyor.
Ölüm ve yeniden doğuşu tema olarak lamalarına rağmen sadece bu temalar üzerinden ilerlemeyen grup 90'lardaki metal müziğe de bir selam yollamayı ihmal etmiyorlar. Hammett'ın bu şarkıdaki yaklaşık iki dakikalık riffine bakılırsa, Jeff Hanneman'ın hayaleti kesinlikle o gün stüdyodaydı diyebiliriz.
Yaklaşık 80 dakika süren albüm bizlere hem eski Metallica albümlerinin tadını tam olarak vermese de kesinlikle es geçilemeyecek kadar önemli ve güzel bir albüm. Lars Ulrich'in bateriyi daha efektif kullanması ve Kirk Hammet'ın eski efsanevi gitar sololarına geri dönmesi bile albümün oldukça değerli olması için yeterli. Her ne kadar bazı şarkılarda hayal kırıklığı yaşamış olsak da Death Magnetic'in son üç albümünde bekledikleri başarıya ulaşamamış dünyanın en ünlü metal grubuna yakışır bir geri dönüş olduğunu kesinlikle söyleyebiliriz. Özellikle ...And Justice For All albümüne benzeyen Death Magnetic'in incelemesini bitirirken sizlere aşağıda albümün linkini bırakıyor ve keyifli dinlemeler diliyorum.
Kaynak: 1
Yorum Bırakın