Vincent van Gogh’un Yıldızlı Gece ve Edvard Munch’un Çığlık tablosundaki dışavurumcu bakış açısıyla kullandığı renkler

1.Giriş

Fransa da , izlenimciliğin katı kurallarına karşın 19. Yüzyılın sonlarına doğru doğan ard-izlenimciliğin baş sanatçılarından olan Vincent van Gogh 1889 da yaptığı “Yıldızlı Gece” tablosu ile bir dışavurumcu eser yaratmıştır. Bir diğer dışavurumcu ressam olan Edvard Munch yapmış olduğu “Çığlık” tablosuyla tanınarak ruhsal ve duygusal konulara değinerek eserlerine devam etti.

Bu iki ekspresyonist ressam özellikle üzerinde durduğumuz “Yıldızlı Gece” ve “Çığlık” eserlerinde duygu yoğunluklarını resimlerine aktararak bu akımı ne kadar iyi yaptıklarını ortaya koymuştur.

Özellikle van Gogh’un 1889 da Saint – Remy yakınlarında bir akıl hastanesine kendi isteği ile yatmasından sonra ruhsal değişime girip resim yapmanın kendisini rahatlattığını düşünerek nitekim de bu dönem de 300’e yakın çalışma yapmıştır. Resim yapmanın kendisini iyi hissettirdiğini kardeşi Theo’ya yazdığı mektupta şöyle söylüyor; “Çalışmak beni içinde bulunduğum durumdan çıkartıyor. Eğer bütün gücümle kendimi işime verirsem benim için en iyi tedavi resim yapmak olacak.” (Theo’ya Mektuplar)

Turani’ye göre sanatçıların eserlerinde ki çiğ renklerin , insan duygularının karşılığı olarak görülmesi , renklerin insanlarda bazı duyguların ortaya çıkmasıyla ilişkiliydi. (Turani ,1998) 

2. Renkler ve Psikolojik Bağlantılar

Van Gogh ve Edvard Munch’u diğer ressamlardan ayıran özellikler dünyaya bakış açıları ve bu bakış açılarını resimlerine aktarma biçimidir. Eroğlu’na göre ; Van gogh’un büyüklüğü , gerçeğe karşı koyan bir savunmanın içine girebilmesinde ve gerçeğin görüntüsünü , kendi iç dünyasını yansıttığı yapıtlarında verebilmesinde aranmalıdır. ( Eroğlu , 2015) 

Bu iki ekspresyonist ressam dünyaya ve gördükleri çoğu şeye iç gözleriyle baktılar ve çoğu eserinde bunu aktardılar. Çoğu insana resimlerinin dili olduğunu düşündürdüler. 

Van Gogh’un olumsuzluklarla savaştığı hayatında , ilk resim yapmaya başladığında eserlerinde koyu renkler kullanması ruhunun karanlık bir halde olduğunu gösteriyor. Eroğlu’na göre ; 1881’ deki başlangıç resimleri , Paris Dönemi resimlerine kadar karanlıktır. Renk görülse dahi ; Van Gogh’un amacının karanlığı açmak değil tersine , karanlık içinde kaybolup gitmeyi kabullenir bir psikolojiyi yansıtmaktadır.

Van Gogh’un eserlerinde en çok kullandığı renk sarı olarak bilinir. Ünlü ressam sarı rengini “Mutluluğun rengi” olarak tanımlar. Akıl hastanesinde ki doktorların Van Gogh’un sarılık geçirdiğine inanıyor ve yüksükotundan yapılan bir ilaç veriyorlardı. Bu ilaç kullananların sarı görmesine yol açabiliyordu. Van Gogh’un sürekli içtiği pelin otu çayı da doktorlara göre sarı görmesine sebep oluyordu. 

Edvard Munch’un yaşamı boyunca ölümle ilişkisi hep devam etmiştir ve bu ilişki resimlerine de bir hayli yansımıştır. Çoğu resminde ölüm temasını kullanan Munch’un ruhsal bir çıkmazda olduğu görülür. Munch  yapmış olduğu çoğu resimde iç mekan tercih etmiştir. Ele aldığımız “Çığlık” resminde ise bir dış mekan tercihi vardır. Kimi eleştirmene göre “Çığlık” tablosunda Munch’un akıl hastanesine yatan kız kardeşinin çığlığını resmettiği söyleniyor.  Munch’un iç mekan resimlerinde kullandığı renkler biraz karışıktır. Zıt renkleri bir arada kullanan Munch “Çığlık” tablosunda da bunu gösteriyor.

Resim 1: Edvard Munch Ölü Anne ve Çocuk

Munch’un Ölü Anne ve Çocuk resminde arka planda kullandığı duvarın rengi koyu ve soğuk bir renk olarak görünüyor. Zeminde kullandığı renk ise kızıl ve turuncu bir renktir. Munch kullandığı koyu renk ile ölüm ve yası kızıl turuncu renkle ise kendi iç dünyasının ateşini yansıtmak istiyor. 

Resim 2: Edvard Munch Çığlık

Munch 1893 yılında yaptığı “Çığlık” tablosunda kullandığı renkler “Ölü Anne ve Çocuk” tablosunda kullandığı renkler ile benzeşse de tam tersi bir durum vardır. Bu sefer zemin de koyu ve soğuk bir renk kullanırken gökyüzünde kızıl bir renk kullanmıştır. 

Ekspresyonist akımda duyguları güçlü bir şekilde tuvale yansıtabilmek adına üç temel unsur vardır. Bu üç temel unsurdan ilki biçim bozmadır yani görüneni farklı şekillerde yorumlayabilmek için değiştirme durumudur. İkincisi duygu ve hissiyatları tuvale daha güçlü verebilmek için boyaları tüpten çıktığı gibi kullanmadır. Üçüncüsü ise bu dönemde resimler üç boyuttan iki boyuta indirgeniyor. 

3. Edvard Munch ve Vincent van Gogh’un Dışavurumcu tarzı 

Her ikisinin de yaşamları boyunca zorluklar yaşadığı ortada olup bu zorlukları da bir çok çalışmasında bir dışavurum eseri olarak sunmaları onları bir hayli ayırt edici hale getiriyor.

Vincent van Gogh 37 yıllık yaşamında iki bine yakın resim yapmış olup bunların bir çoğu dışavurumcu akıma aittir. Van Gogh’un 1888 de kardeşine yazdığı mektupta şu sözleri dikkat çekicidir. “Ne kadar hasta olursam olayım benden daha büyük bir şey olmadan dayanamam –ki asıl yaşamım o benim, yani yaratma gücüm…” (Theo’ya mektuplar syf,199)

Yaşamının en üretken olduğu dönemi hayatının son iki yılı olan van Gogh , hayatının diğer yıllarında yaşadığı depresyonlar , bunalımlar , iç çatışmalar gibi duyguları yapıtlarında göstermesi sanat tarihi açısından iyi bir kazanım olmuştur.

Van Gogh doğaya düşkün bir ressam olarak bilinir. Dönemin sanat eleştirmenlerince basit bulunan şeylerde bile saf güzelliği görebilecek hassasiyeti olan ressam , düşsel görüntüler yerine , penceresinden görülen ağaçları resmetmeyi tercih edeceğini belirten bir ressamdır.

Bu stili onun mısır tarlalarındaki , ekin biçildikten sonraki saplardaki , zeytin ağaçlarının kıvrımlı dallarındaki dokuları ya da servi ağaçlarının alevi andıran biçimdeki güzellikleri ilk keşfeden ressam olmasını sağlamıştır. ( Ayaydın , 2016 , 40)

Edvard Munch’un da tıpkı van Gogh gibi hayatı olumsuzluklar ile doluydu. Küçük yaşlarda önce annesini daha sonra kız kardeşini kaybeden Munch’un ölümle erken tanışması onu mutsuz biri yaptı. Kız kardeşinin ölümüne tanık olan Edvard Munch üzüntü ve çaresizliğini birkaç yıl sonra “Hasta Çocuk” ve “Hasta odasında ölüm” gibi resimlerine yansıtarak dışavurumcu akıma katkı sağladı.

Dışavurumcu ressamlar için tek gerçek iç dünyalarında yaşadıkları durumlardır. Dışavurumculuk akımı izlenimciliğin aksine savunduğu durum “görüneni resmetmek gerçeği resmetmek demek “değildir.

Dışavurumcu sanatçılara göre bir nesnenin anlamı onun dış görüntüsünün altındadır ve bu düşünce fikri bu akımın temelidir.

Ekspresyonist sanat akımının en önemli unsurlarından olan bu iki ressam için renk kullanımı önemli bir etkendir. Resimlerinde renkleri sert ve güçlü bir şekilde kullanırlar. Boyaları bu şekilde kullanmaları , ruhlarında hissettikleri şekilde tuvale dökmelerini öncüsü oldukları bu sanat akımına uygun bir şekilde yaptılar.

4. Yıldızlı Gece ve Çığlık

Resim 3: Vincent van Gogh Yıldızlı Gece

Vincent van Gogh’un 1889 da yaptığı yağlı boya çalışması olan “Yıldızlı Gece” günümüzde Museum of Modern Art’ da sergileniyor. Kulağını kestikten kısa süre sonra Saint – Remy de bulunan akıl hastanesine yatan van Gogh “Yıldızlı Gece” resmini de hastane de verdikleri odanın penceresinden gökyüzünü izleyerek tuvale dökmüştür.

Van Gogh’un ruhen çok iyi olmadığı bir dönemde yapmış olduğu “Yıldızlı Gece” adlı tablosu bir başyapıt olarak sanat tarihine adını yazdırmıştır. Van Gogh’un bu dönemde ruhsal dünyasının ne kadar farklı olduğunu gördüğümüz bu tabloda gökyüzünün denize benzediğini , bulutların rüzgar gibi hızlanması gibi durumları görmekteyiz. Van Gogh içinde yaşadığı ruh halini kullandığı canlı renkler ve 

bir çok çatışmayı bir araya getirdiği “Yıldızlı Gece” tablosuna yansıtmak istemiştir. Van Gogh’un iç dünyasının ne kadar karışık olduğunu gösteren bu tablo Thomson’a göre “ Öngörülemezliğin yarattığı ürpertici his uyandıran , rüzgara kapılmışçasına yukarı doğru yükselen aleve benzeyen yuvarlak hatlı kıvrımlar huzursuzluğun bir dışavurumudur.” Tablolarına yansıyan yaşam enerjisini “ limon sarısı ile yapılmış yuvarlak güneş” ten alan Van Gogh’un yaşamının son aylarında , o güneş artık parlamamaktadır. Güneşin yerini ay ve yıldızlar almaktadır. Adeta gece ve gündüz yer değiştirmiştir. Gökyüzü gün ortasında “koyu , zifiri bir mavi ile boyanmıştır.” (Thomson ,2014)

Edvard Munch tarafından 1893 yılında yapılan “Çığlık” tablosu bir çok eleştirmene göre sanat tarihinin en önemli eseri olarak görülüyor. Günümüzde Munch’tan daha ünlü olan bu eser 2012 de açık arttırma yoluyla 119.9 milyon dolara satılarak sanat tarihinin en pahalı eseri olmuştur.

Resime baktığımızda ön planda şoka girmiş ve çığlık atan bir profil gözüküyor. Arka plana bakıldığında gökyüzü turuncu ve kırmızımsı bir hal almış. Munch “Çığlık” tablosunu günlüğüne yazdığı şu şiirle anlatıyor; 

Bir yolda yürüyordum iki dostumla                                                                                                                                                                                                            Güneş batıyordu                                                                                                                                                                                                                                               Aniden kan kırmızısına döndü gökyüzü                                                                                                                                                                                                           Durakladım bitkin hissederek ve dayandım yanıbaşımda ki korkuluğa                                                                                                                                                            Kan ve ateşten diller vardı şehrin ve mavi-siyah fiyordun üzerinde                                                                                                                                                                 Dostlarım devam etti ama ben orada kaldım endişe ile titreyerek                                                                                                                                                                   Ve doğadan sonsuz bir çığlığın geçtiğini hissettim

Edvard Munch’un yazmış olduğu bu dizeler ile resimde ki detaylar ve anlatılmak istenen görülüyor. Arka planda yürümeye devam eden iki kişi , kırmızı gökyüzü ve iki elini başına koyarak çığlık atan bir figür gözüküyor. Yazdığı şiire göre çığlık atan figür Edvard Munch’un kendisidir. Dışavurumculuk akımının en iyi örneklerinden biri olan “Çığlık” bir çok eleştirmen tarafından farklı şekillerde yorumlanmıştır. Sade ve üzerinde çok uğraşılmamış bir eser olarak gözüken “Çığlık” resmi  insanlar tarafından Munch’un içinde bulunduğu ruh halini yalın ve çarpıcı bir şekilde ortaya koyduğunu düşünmektedir. Ön planda ki figüre bakarak karakterin mutlu olduğunu kimse söyleyemez. Endişe ve korkuyu bu kadar yalın ve sade bir şekilde portreye dökmek Munch’un bu akımı ne kadar iyi yaptığını gösteriyor.  Vincent van Gogh ve Edvard Munch ekspresyonist akımın öncüleri olarak bir çok ressama esin kaynağı olmuştur ve olmaya devam ediyordur. 

5. Sonuç

Dışavurumcu sanat akımının en güçlü yanlarından biri, insana dair her şeyi ve dünyaya bakış açısını renklerin yardımıyla tuvale aktarmaktır. Fransız Devriminden sonra sanatçılar özgürlüğünü eline alarak yeni akımlar meydana getirmiştir ve dışavurumculukta o akımların başında gelmektedir.

Van Gogh doğa gözlemi yaparak,  dünyayı anlamlandırmaya çalışarak eserlerini ortaya koymuştur. Van Gogh rengin enerjisini eserlerine her zaman yansıtmıştır. Eserlerinde renklerin konuştuğu bir durum ortaya çıkarak ruhsal dünyasının iç yüzü oluşmuştur. 

Edvard Munch ve Van Gogh’un eserlerindeki çatışma acı ve mutluluk , umut ve umutsuzluk gibidir.      Zıt renkler kullanan bu ressamlar kendi iç dünyalarını yansıtmaktadır. 

Her iki sanatçının eserlerine bakıldığında sadece nesnel gözle değil gönül gözleriyle durumları algıladıkları ortadadır.