Efsaneye göre, Truva yakılıp yıkıldıktan sonra kentten kurtulmayı başaran son Truvalı Aeneas, İtalya'ya giderek Roma kentini kurmuştu. Bu nedenle Romalılar Truvalıları ataları olarak görüyor ve büyük saygı duyuyorlardı.

Büyük İskender'in Truvası

MÖ 333'te ünlü Asya seferine çıkan Büyük İskender, MÖ 334'de Anadolu'ya girdi ve Perslere karşı kazandığı ilk zaferin ardından Truva'ya gidip İlion Athenası'na kurbanlar sundu. Büyük İskender kalkanını tanrıça Athena'ya adadı, kendi kalkanını da tapınakta korunan kalkanla değiştirdi. Başarılı Pers seferi sırasında İskender'in elinde o kutsal kalkan vardı. İskender, Aşil'in Sivritepe'deki mezarını ziyaret edip mezar taşına kutsal yağ sürdü. Burada Truva'nın anısına oyunlar düzenletti. İlion Athenası'na çılgınca saygı duyan İskender, Aşil'i de kendi atası olarak görüyordu.

Makedonya kralı Büyük İskender'in Truva'ya duyduğu ilgi, Roma İmparatorluğu döneminde adeta ikiye katlandı. Truva, Batı Roma İmparatorluğu'nun yıkılışından çok sonra bile ziyaret edilen bir hac yeriydi. Romalılar Truva'ya o kadar büyük bir saygı duyuyordu ki, o dönemde basılan İzmir sikkelerinde Truva savaşının anlatıcısı İzmirli ozan Homeros'un resmi bulunuyordu.

Truva'nın Büyük İskender'den sonraki en ünlü konuğu Gaius Julius Caesar'dı. Caesar, İlion'un Roma'nın anavatanı olduğuna kesin olarak inanıyordu. Caesar, soyunun doğrudan doğruya Truvalı Aeneas'tan geldiğini düşünüyordu. Ayrıca en az Büyük İskender kadar o da Homeros'a hayrandı.

İlk Müslüman Truvalı: Fatih Sultan Mehmet 

Osmanlı padişahı Fatih Sultan Mehmet, Truvaya sahip çıkan ve köklerini Truva'da arayan ilk Müslüman doğuluydu. O, İstanbul'un Fethi ile Truva Savaşı arasında bir paralellik kurmuştu.

Fatih, Homeros'tan o kadar çok etkilenmişti ki, kendisi için özel olarak bir İlyada kopyası hazırlatmıştı. Fatih'in İlyada'yı birçok kez okuduğu, Aşil ve Hektor gibi kahramanları iyi tanıdığı ve bu antik destandan fazlaca etkilendiği kesindir.

Padişahla seferlere katılan İmrozlu (Gökçeada) saray tarihçisi Rum Kritovulos'un tek nüsha olarak yazdığı bir eser, yüzyıllar boyunca Topkapı Sarayı arşivinin tozlu raflarında bekledikten sonra 1912 yılında Osmanlı Meclisi'nde milletvekili olan Karolidi Efendi tarafından Türkçe'ye çevrilmişti. Rum tarihçi, bu eserinde Fatih'in 1462 yılında Truva'yı ziyaret ettiğini belirtiyordu.

Kritovulos'un verdiği bilgiler, öncelikle Fatih Sultan Mehmet'in gerçekten Antik Çağ'a ilgi duyduğunu ve Truva Savaşı'nı iyi bildiğini kanıtlamaktadır. Burada asıl dikkat çeken, Fatih'in diyalektik bir yaklaşımla kendisini tarihsel sürekliliğin bir uzantısı olarak görüp Truva'nın öcünü aldığını söylemesi ve kendisinden "Biz Asyalılar" olarak söz etmesidir. Fatih'in Truvalılığı Asyalılıkla özdeş görmesi onun Bodrumlu Heredot ve Atinalı Tukidides'in eserlerini de okuduğunu düşündürmektedir. Çünkü bu antik yazarlar, eserlerinin giriş bölümlerinde Truva Savaşı'nın uygarlıklar arası bir savaş olduğunu ileri sürmüşler, Truva'yı Asyalılıkla özdeşleştirmişlerdi. Ne şekilde olursa olsun, Fatih Sultan Mehmet'in Truvallılığı Asyalılıkla özdeş görmesi, o döneme göre çok derin ve ince bir tarihsel çıkarım olsa gerektir.

Fatih Sultan Mehmet'in bilinçaltında Asyalılık ile özdeşleşen bir Truvalılık bilinci hep var olmuştu. Fatih kendisini bir Truvalı olarak görüyor ve bu aidiyetten derin bir haz duyuyor gibiydi. İstanbul'u aldıktan sonra kendisini Roma İmparatorluğu'nun varisi olarak görmesi de bu nedenleydi.

Fatih, kendisine karşı bir kampanya başlatan Papa II. Pius'a yazdığı bir mektupta kendisini açıkça Roma İmparatorluğu ile ve Truva ile özdeşleştirmişti: "İtalyanlarla aynı kökten olduğumuz ve onlar gibi, Rumlardan, Hektor'un kanının intikamını almaya hakkım olduğu halde İtalyanların bana düşmanca davranmalarına ve Rumları bana karşı kışkırtmalarına hayret ediyorum."

Son Truvalı: Atatürk

Atatürk, geçmişi bir bütün olarak görüyordu bu nedenle sadece tarihin belli dönemlerinde değil tamamına bakmak gerektiğine inanıyordu. Türkiye'de öteden beri hep unutulan Eski Çağ tarihine büyük ilgi duyuyor, özellikle eski Anadolu uygarlıklarının gün ışığına çıkarılması için arkeolojik kazılar yapılmasını istiyordu. Çünkü 1930 yılında geliştirdiği Türk Tarih Tezi'ne göre eski Anadolu uygarlıklarının önemli bir kısmının Türk olabileceğine inanıyordu ve Türk Tarih Tezi'ni güçlendirecek bulgulara ancak arkeolojik kazılarla ulaşılabileceğini biliyordu.

19 yüzyıldan itibaren uygarlık tarihini yeniden yazan Batılı tarihçiler, eserlerinde Batının kültürel ve tarihsel öncüsünün eski Yunan uygarlığı olduğunu ballandıra ballandıra anlatıyorlardı. Geçmişte ne kadar bilimsel ve kültürel gelişme varsa hepsi Yunanlılara mal ediliyordu. Matematiği, geometriyi bulan, astronomiyi geliştiren, tıbbın temellerini atan onlardı. En güzel sanat eserleri onlara aitti. Kısacası geçmişte ne kadar güzellik varsa neredeyse tamamı Yunan ürünüydü.

Oysaki 19. yüzyılın sonlarından itibaren ortaya çıkan Hitit, Sümer ve Mısır uygarlıklarına ait yazılı belgeler, Yunan uygarlığının hiç de özgün bir uygarlık olmadığını; Yunanlıların başta matematik, geometri ve tıp olmak üzere pek çok alanda bu uygarlıklardan etkilendiğini ortaya koyuyordu.

Atatürk, Ege uygarlıklarının, özellikle de Yunan uygarlığının tarihini iyi biliyordu. O, Batı merkezli tarih tezinin Yunan uygarlığı hakkında anlattıklarının efsaneden başka bir anlam ifade etmediğini düşünüyordu. Ege'nin, Batının tüm dünyaya ezberlettiğinden çok daha farklı bir tarihinin olduğuna inanıyordu. O, uygarlığın temellerinin Orta Asya'da atıldığını, sonra Ön Asya'ya yayıldığını, oradan Girit'e sıçradığını ve sonra da Yunanistan'a geçtiğini düşünüyordu.

Atatürk'ün Truva algısı da Fatih'in Truva algısına benziyordu. Atatürk de tıpkı Fatih Sultan Mehmet gibi kazandığı zaferi Truva ile ilişkilendirmişti. Truva'dan 3000 yıl sonra 1915'te Çanakkale'ye saldıran İtilaf güçlerini durduran Mustafa Kemal, 1919-1922 arasında Anadolu'yu ele geçirmeye çalışan Batı destekli Yunan ordusunu Dumlupınar'da yendikten sonra, bir iddiaya göre "Truva'nın öcünü aldık!" demişti.

500 yıl kadar önce Fatih Sultan Mehmet'in, 100 yıl kadar önce de Mustafa Kemal Atatürk'ün, bütün belge ve bilgi eksikliğine rağmen, kendilerini eski Anadolu'nun incisi Truva ile özdeşleştirmeleri, Yunan kültürü diye omuz silkmemeleri, neresinden bakılırsa bakılsın çağları aşan bir yaklaşımdır. Bu nedenle de onlar Hektor'un ve Truva'nın intikamını alan Son Truvalılardır.