Bugünden itibaren gündüzlerin kısalacağı ve gecelerin uzayacağı o döneme giriyoruz. Uzayan gecelerde düşüncelerle kendini sıkıştırmak yerine film izleyerek geçirmek isteyenler için hem içinizin ısınacağı hem de izlerken size kendi dünyasında yer açacağını düşündüğüm 8 filmi bu listede bir araya getirdim.
1- Nadine Labaki - Where Do We Go Now?
Hayatın rengarenk skalası içinde biz kendimize hangisini seçiyoruz? Hangisini varoluşumuz için daha anlamlı ya da kıymetli buluyoruz? Nadine Labaki bu filmde siyah ya da beyaz şeklinde taraf olmayı seçenlerle mücadele ediyor. Şimdilerde ve modern dünya dediğimiz yerde çoğumuz için artık çok zor olan birlikte yaşayabilmek üzerinde duruyor. Kadınlık-erkeklik, hristiyanlık-müslümanlık, ayrışmak-birleşmek, dostluk-düşmanlık, savaş-barış gibi kavramlara sade bir dille ve sımsıcak bir renk paletiyle dokunuyor. Tüm bu dokunuşları da film boyunca kadınların yapıcı, barışçıl ve zarif elleri ve görüşleriyle sağlıyor.
2- Paweł Pawlikowski - Ida
Bir rahibe adayının kendini keşfetme sürecini izlediğimiz Ida, bundan çok daha fazlasını küçük nüanslarla sunuyor. Ida, yıllar sonra gördüğü teyzesiyle vakit geçirdikçe dünyanın başka bir yüzüyle tanışıyor. Ona öğretilenlerin herbiri gerçek dünyada varolmaya çalıştıkça çarpıştığı ve çarpışırken de benliğini alt üst eden birer serzenişe dönüşüyor. Ida ailesinin mezarını aradıkça kendini buluyor ve bildiği her şeyle arasında mesafeler girmeye başlıyor. Çoğunlukla Ida'nın yalnız olduğu planlarla da film bu arayışın tekilliğini açıkça ifade ediyor. Ayrıca Ida'yı canlandıran Agata Trzebuchowska ise bakışları ve safi güzelliğiyle karaktere inanılmaz bir soluk veriyor.
3- Selin Şenköken - Yangın Yerinde Orkideler
Şimdiye kadar ismini en sevdiğim filmlerden biri. Aslında kurgusal olmaktan çok ressam ve fotoğraf sanatçısı Ali Arif Ersen'in hayatına yakınlaştığımız bir film. Öyle ki Ali Arif Ersen yaptığı her işi tutkuyla yapan bir sanatçı. Dokunduğu her şeyi, gittiği her yeri enerjisiyle aydınlatan ve tutkusuna hayranlıkla eşlik edebileceğimiz biri. Gün geliyor ve dünya onun için yangın yeri diyebileceğimiz bir çaresizliğe dönüşüyor fakat Ersen o yangın yerinde tutkusuyla orkideler yeşertiyor. İzlediğimden beri hayatı bana başka pencereden izleten, aldığım her soluğun farkına varmamı sağlayan bir film oldu.
4- Nuri Bilge Ceylan - Kış Uykusu
Daha önce hiç izlememiş olanların sosyal medyada özellikle film süreleriyle alakalı yakınmalardan dolayı Nuri Bilge Ceylan'a mesafesini anlayabiliyorum. Bu mesafeyi aşmak adına Kış Uykusu'nun gayet iyi bir seçim olacağını düşünüyorum. Diyaloglarıyla, karakteristik çarpışmalarının yanı sıra ilkel bir yandan kişilerarası kavgalarıyla film, sizi kendi dünyasına çektiğinde artık muhtemelen başka şeylerle aranıza mesafe girecek. :)
5- Pelin Esmer - İşe Yarar Bir Şey
Keşke bu filmi ben yazsaydım, ben çekseydim. Bambaşka dünyalardan üç insanı bir araya getirirken izlediğimiz yolculukta o trende olmayı, o evde olmayı, o şiiri dinlerken o sokaklarda yürümeyi çok isterdim. (Umarım izlediğinizde aynı istek sizde de olur.) Henüz çok genç biri yaşamakla arasındaki bağı çoktan kopartmış olan biriyle nasıl yüzleşebilir? Bu yüzleşmenin izleyicisi olmanın verdiği haz mı şairane yoksa yaşamın iki ucuyla alenen tanışmak mı?
6- Ahmet Boyacıoğlu - Siyah Beyaz
Bizi biz eden, dönüp baktıkça kendimizi başka türlüsü mümkün olmayan bir aidiyetin içinde bırakan nesneler, şehirler ve mekanlar... Siyah Beyaz filminde tam olarak böyle bir aidiyetle birlikte sıkı sıkıya ve gayet organik bir dostluk izliyoruz. O dostlukla eğleniyor, o dostlukla üzülüyoruz. Filmin sonunda da aynı duyguyu tattığımız yerleri hatırlıyor ve hala var olanları bir küçük ziyaret ediyoruz, olmayanların hüznüyle.
7- Chloé Zhao - Nomadland
Evden çıkamayanların ya da çıkınca bir daha dönemeyenlerin filmi: Nomadland. Olduğunuz yerleri sorgulatan, evim dediğiniz mekanları ve insanları yoklatan bir film. Öyle ki bazen yabancılıkları da bilmek istiyor insan. Tanışıklıklar yıllara ihtiyaç duymasın, talepler anlık olsun. Yerleşik hayatın onulmaz taraflarından kaçabilmek isteyenlere örnek bir kaçış öyküsü aslında bu film.
8- Wes Anderson - The Grand Budapest Hotel
Wes Anderson filmlerinin beni hafifleten bir yanı var. Renk paletlerinden de olabilir, kurgusal kısımda öykünün derinliğinin ağırlıkla bir ilişkisi olmamasından dolayı da olabilir. Film, arka planda Doğu Avrupa insanının vahim bir halde olduğunu bilerek izlememize rağmen hiçbir şekilde o dram havasını içinde barındırmıyor. Aksine enerjisiyle ve akışın hızıyla eş zamanlı olarak yaşanan Nazi ve savaş kaynaklı gerilimlere meydan okuyor. Muhtemelen bir sonbahar gecesi yine çok dar boğazlarda kaldığımda kafam dağılsın, tebessümlerim çoğalsın diye izlerim.
Yorum Bırakın