Hava daha aydınlanmadan 04:30 gibi uyanılır, 5 gibi yola çıkılırdı. Kırmızı Vectra'nın çalışma sesini duyunca kalbim hızla atmaya başlardı.
Yolun yarısında uyur, yarısında da dedeme kaç saat kaldığını sorup dururdum. Dedem, soruyu her tekrarladığımda sinirlenmeden, gülerek karşıdaki dağı geçince İzmir'e varacağımızı söylerdi. Karşıdaki dağlar hiç bitmezdi...
Dedem her yaza farklı motivasyonla hazırlanırdı. Bazı yazlar motivasyonu yeni fidanlar dikmek, bazı yazlarsa arkadaşlarıyla sahilde bira içmek olurdu. O yazki motivasyonuysa bir yandan dubleden bir parmak fazla rakısını yudumlarken, bir yandan da ocak ayında çıkan İlhan Şeşen'in 'Neler Oluyor Bize' albümündeki 'Tombalak Tomurcuk' şarkısını bana söyletmekti.
Her yaz olduğu gibi o yazın ilk günü de , anneannemle dedemin ev koşuşturmasıyla, benimse dedemin kadim dostu Şevki Dede ve eşi Gülten Teyze'yle kış değerlendirmesi yaparak geçmişti. Şevki Dede nevi şahsına münhasır bir insandı. 70'li yaşlarında emekli mühendisti. Hiç anlamadığım konuları o kadar güzel anlatırdı ki , sadece araya serpiştirdiği ufak esprileri anlardım. Yine de yanında olmaktan çok mutlu olurdum. Hayır hayır , güzel makarna yaptığı için değil. Yani sadece güzel makarna yaptığı için değil, çok da güzel gülerdi.
Şevki Dede ve Gülten Teyze'yle vakit geçirdikten sonra yan evdeki Remzi Amca'nın evine gider, Beşiktaş'la ilgili sohbet ettikten sonra satranç maçı yapardık. 20 yıl sonra öğrendim o zamanlar bana bile bile yenildiğini. Öğrendiğimde oldukça rencide etmişti...
Hava kararmaya başladığındaysa hemen karşımızda tavla oynayan İlhan Amca ve Zafer Amca'nın maçını incelerdim. İkisi de mesleklerine rağmen oldukça komik insanlardı çocuklara karşı. Zafer Amca avukat, İlhan Amca'ysa emekli polisti. Dolayısıyla tavla maçları oldukça ciddi ve sıkıcı geçerdi. Yine de ben gelince tavlalarını askıya alır ve beni güldürmeye çalışırlardı.
Hava karardığında gündüzden başımda kalan şapkamla , kaldırımın kenarından evin yolunu tutmuş, bahçe kapısından girerken , sofradaki zeytinyağlıları görünce koşa koşa ellerimi yıkamaya gitmiştim. Sanki ben yemezsem başkası büyün sarmaları ve deniz börülcesini bitirecek edasıyla , kimseye dokundurtmadan zeytinyağlıları bir güzel temizlemiştim.Haliyle de balığımı bitirememiştim.
Yemekten sonra dedem karpuz kesmiş , rakısını yenilemiş ve beni kucağına oturtmuştu. 'Hadi bakalım' dedi, 'Sıra sende, söyle bakalım Tombalağı'
Ben dedeme, dedem de dünyanın en güzel tombalağı olan anneanneme baka baka söyledik tombalağı... Anneannem ve dedemin gözleri dolmuştu. Anneannem hemen yanımıza geldi ve birbirimize kocaman sarıldık. O günden sonra her başbaşa kaldığımızda tombalağı açtık yazlıkta. Belki de birbirimize sarılmak için bahane üretmek hoşumuza gidiyordu.
Büyüdüm şimdi baya. Şevki Dede'nin küçüklüğümde söylediği şeyleri anlayacak, Remzi Amca'yı onun desteği olmadan satrançta yenecek yaşa geldim. Üniversiteyi bitirdim, mühendis oldum ve iş hayatına başladım. Hatta aşık bile oldum. Yıllık izinlerimde hala yazlığa gidiyorum. Bu yıl , bahçe kapısından içeri girdiğimde zeytinyağlıların kokusu hala burnuma geliyor ,ve ben eskisi gibi ana yemeği yiyemeden doyuyordum. Dedemse hala yemekten sonra rakı koyuyordu +1 farkla. Hem sesimin çatallaşması hem de teknolojinin gelişmesi nedeniyle artık telefonumuzdan çalıyordu İlhan Şeşen'in tombalağı.
Şevki Dede ve Gülten Teyze aramızdan ayrılmıştı , karpuz eskisi gibi kokmuyordu. Ama anneannem hala tombişti ve dedem hala anneanneme çok güzel bakıyordu...
Yorum Bırakın