2022 yılında ‘Aslı Gibi’ kabul etmek

2022 yılında ‘Aslı Gibi’ kabul etmek
  • 2
    0
    0
    1

  • Herkes ile iyi bir şekilde ayrılamayacağını mı kabul etmek daha zor, yoksa bazı ilişkilerin zaten bitmesi gerektiğini mi?

    Geçen dinlediğim bir podcast üzerinden sorulan bu soruların cevabını arıyorum. Filmlerin iyileştirici gücünü yinelemek isterim bu yazımda da. Bugün bana ışık olacak yönetmenlerimiz Aslı Gibidir filmiyle Abbas Kiarostami ve umarım Persona filmiyle Ingmar Bergman.

    Aslı Gibidir filmini şöyle kısacık özetlersem; James Miller’in yeni çıkardığı kitabının tanıtım konferansıyla başlayan film, onu ilgiyle takip eden Elle ile James’in geçirdikleri bir gün üzerinden devam etmektedir. Yani film sanattaki orijinal – kopya ilişkisiyle başlamış, kadın – erkek ilişkileriyle devam ederek..bir dakika. Filmi çok anlattım, duruyorum.

    Bir bölümde tartışarak kafeden çıktıkları sahnede James; “Söylediğimde yanlış bir şey yok, herkes hayatını yaşamalı” dediğinde, James’in bu sözüne karşı kadın ise; “Sen yaşıyor olabilirsin, O (oğlu Julien) yaşıyor olabilir ama ikiniz benimkini mahvediyorsunuz.” sözü ile devam eden bir sahneydi. İzleyicinin karşısındaki Elle’nin, oğlu ve eşi ile yaşadığı düzensiz ve net olmayan ilişkileri sonucunda kadınlığını yaşayamayan, mutsuz bir birey olduğu gerçeği yüzümüze çarpıyor bu sahnede.

    Hayatta kabul edemediğimiz veya bizim dışımızda gelişen durumlarda huzursuzlandığımız o kadar an var ki. Ben bu sahnede Elle’nin bakışlarını çok içselleştirdiğimi hatırlıyorum. Kabul etmek, bir şeyleri olduğu haliyle görüp ve onu ne şekilde kontrol edebiliriz düşüncesinden kurtulmak ve o durumun yarattığı duygularla barışmaksa eğer her zaman bunu böyle yapamadığımızı kabul edememek midir asıl sorun? Söylemiştim bir miktar mutsuzlukla yaşamayı kabul etmeliyiz diye fakat burada maruz kalınan duygu rutin hayatımızı etkiliyorsa biraz daha irdelenmeyi hakediyor sanki?

    Filmde karakterleri tanımaya çalışırken karakterlerin temsil ettikleri hal ve tutumlar değişiklik gösterdiği için özdeşleşme yaşamakta güçlük çeksem de yine de birkaç düşüncem yok değil.

    Mesela; Elle bunu böyle yapabilseydi yani kabul edebilseydi olduğu gibi, o Cafe’den daha umutlu ayrılabilir miydi? Ya da onu öyle kabul etmeyi tercih etmeyip onu, yani James’i her şeyi ile orada bırakmalı ve hayatına devam mı etmeliydi? Belki de öyle yapmıştır. Sonuçta Abbas Kiarostami filmi bu.

    Bir şeyleri sakin biz talep etmiyoruz da toplumun beklentileri bu olduğu için, sanki onu öyle istemeliymişiz gibi yaşadığımız ne çok an var. Burada da sahneye Ingmar Bergman - Persona giriyor. Ama o kadar alıntı yaptım ki bir muhteşem film alıntısına daha yer yok gibi...

    Bu zamanlar benim zihnimi düşündüren bu kavramı da bir şekilde böyle açmış oldum. Hayatta bir şeyleri kontrol edemediğimizi düşündüğümüz zamanlarda ben artık kabul edebileceğim ve kendi sorumluluğumda olan davranışları düşünüyorum. Hepimiz esasında farklı şekillerde aynı soruyu soruyoruz. İnsan, hayatı üzerinde kontrolü olmadığı fikriyle nasıl başa çıkabilir? (Nick Cave- This Much I Know to Be True- from Billy). Hepimizin hayatı tehlikelerle dolu. Bu düzenin pamuk ipliğine bağlı olduğunu farkettiğin nokta aslında bu soruları sorduğun ana denk geliyor. Ama her şeye rağmen güçsüz değiliz. Hayatın önümüze çıkaracağı şeylere nasıl tepki vereceğimiz bize bağlı. Bana gelenlere ben nasıl karşılık verebilirim? Öyleyse, şu sonuca varmam için herhangi bir engel görmüyorum.

    Birisinden yardım istediğimizde onun düşüncelerini kontrol edemeyebiliriz. Fakat biz yardım isteyebileceğimiz kişileri seçebiliriz. Bu seçimler hayatın hepimize yaptığı kötü sürprizler karşısında büyük bir başkaldırıdır.

    Love, Merve.

    ya da sevgiyle..


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.