Ensest (Yasaksevi) Korkusu
İlkel toplumlarda eksik olan dinsel ve toplumsal kurumların yerini totemizm sistemi alır. Kabileler küçük gruplara ya da klanlara ayrılır ve her biri toteminin ismini taşır. Öyleyse totemin ne olduğunu açıklamak gerekir. Genellikle eti yenebilen, zararsız ya da tehlikeli ve korkulan bir hayvan, seyrek olarak da bir bitki ya da yağmur, su gibi bütün klanla özel bir ilişki içinde bulunan bir doğa gücüdür. Totem soyun atası, koruyucu ruhu ya da yardımcısıdır, soya gelecekten haberler getirir; tehlikeli bir varlık olması durumunda soyun çocuklarını bilip tanır, kendilerini kollayıp gözetir. Totemistik sistemin ilgi çeken özelliği ise nerede bir totem varsa orda bu toteme mensup kişilerin birbiriyle cinsel ilişkiye girmesini, dolayısıyla birbiriyle evlenmesini önleyen bir yasanın yürürlükte olmasıdır. İlkeller yasaksevi (ensest) konusundan bizden daha duyarlıdır. Yapılan araştırmalara bakıldığında totemin özünün babanın kızlarıyla, oğulların anne ve kız kardeşleriyle ensest ilişki yaşamasına engel olmak hatta aynı toteme mensup klandaki erkeğin belli sayıdaki kan bağı olmayan kadınlarla cinsel ilişki yaşamasına engel olmaktır. Bazı kabileler totem kurallarına uyulması konusunda katı kurallara sahiptir. Erkek çocuk belli bir yaşa geldiğinde evden ayrılır. Anne ve kız kardeşlerini görmesi, onlarla iletişim kurması yasaktır. Yolda karşılaştıklarında erkek başını eğer ve yolunu değiştirir, anne-kız kardeş kaçarak bir ağaç ya da çalının ardına saklanır. Yasağa uymayanın cezası ölümdür.
Araştırmalar, insanın sonradan bilinçdışına attığı yasaksevisel arzulara ilkellerin hâlâ tehlikeli gözüyle bakıp bunlardan kendilerini korumak için alabildiğine sert önlemler aldıklarını göstermektedir.
Tabu ve Ambivalens (Duygu İkircikliği)
Tabu, dışarıdan (bir otorite tarafından) zorla insana kabul ettirilen ve insanın içindeki en güçlü isteklere karşı duran alabildiğine eski bir yasaktır. Tabu kısıtlamaları, dinsel ve etik yasaklardan daha değişiktir. Bir tanrının varlığından kaynaklanmaz, bu yasaklar kendiliklerinden vardır. Etik yasaklardan farkları: Genel olarak kaçınmaları mecbur görüp, bu zorunluluğu belli sebeplere dayandıran bir sistem kapsamında yer almamasıdır. Tabunun bir başkasına aktarılabilme özelliği onun günah çıkarma törenleriyle etkisiz hâle getirilebilmesini sağlamıştır. Tabular, sürekli ve geçici olmak üzere iki özellik taşır. Rahipler, kabile reisi, ölmüş kişiler ve bunlara ait her şey sürekli tabu iken; kadınların aybaşısı, lohusalık, bir savaşçının savaşa gitmeden önceki ve sonraki durumu, balık ya da başka hayvanların avlanması gibi durumlar geçici tabulardır.
Bir yasağın farkına varılmadan dahi çiğnenmesinde otomatik işleyen bir cezalandırılma söz konusudur. Yenmesi yasaklamış bir hayvanın etinin bilinmeden yenmesi halinde yiyen kişi suçlu duruma düşer, bir bunalıma sürüklenir, ölümünü beklemeye başlar ve gerçekten de ölür. Yasaklar, genellikle yeme - içmeyle, davranış ve iletişim özgürlüğüyle ilgilidir, bazı durumlarda kimi şeylerden el çekmeyi, uzak durmayı barındırır. Tabulu nesnenin gizli, şeytani bir güç içerdiğine, kendine dokunanı ya da kendini izinsiz kullananı büyülerek intikamını alacağına inanılır ve bundan korku duyulur. Kitapta düşmanlara, kabile reislerine ve ölülere ilişkin tabular üzerinde durulmuştur.
a) Düşmana karşı sergilenen davranış
Bir yandan vahşi ve yarı vahşi kabileler düşmalarına hiçbir sınır tanımayan ve pişmanlık içermeyen acımasızlıkla davranırken, öte yandan bir insanın öldürülmesi öldüreni tabu uygulamaları içinde yer alan bir dizi yasağa uymaya zorlamaktadır. Öldürme eylemini gerçekleştiren kişi şu davranışları sergilemekte yükümlüdür: Öldürülen düşmanla uzlaşma, yaşamsal sınırlamalar, kefaret ve arınma eylemleri, bazı seremoniyel önlemler şeklindedir.
Savaşı kazananların bir tören havası içinde kabileye dönüşlerinin ardından tanrılara sungular sunulur, öldürülen düşmanların ruhlarıyla uzlaşmaya çalışılır. Eğer bunlar yapılmazsa savaşı kazanan kabilenin başına çok büyük felaletler geleceğine inanılır. Kabilede toplu olarak dans edilir, öldürülmüş düşman için ağıtlar içeren ezgiler söylenir, kendisinden bağışlanma dilenir. Diğer bazı kabilelerin üyeleri savaşta öldürdükleri düşmanın dostluğunu kazanmak, onları kendilerine muhafız ve koruyucu yapailmek için düşmanlarının kesilmiş başlarına sevecenlik gösterir, kesik başa aylarca akla gelmedik güzellikle davranır, onunla dillerinde var olan en tatlı sözcüklerle konuşurlar. Yedikleri yemeklerin en leziz olanlarını, en nefis çerezleri ve sigaraları kesik başın ağzından sokarlar. Eskiden nefret ettikleri düşman artık misafirleridir ve kendilerini sevgiyle kucaklaması için kesik başa sürekli ricacı olur, yalvarırlar.
Ağır temizlenme ve kefaret seremonilerde ise belirli bir süre diyete girme, et ve tuza el sürmeme, yanan ateşe bakmama, kimseyle konuşmama, tek başına ormanda inzivaya çekilme, yemeğinin yaşlı biri tarafından götürülmesi, sık sık ırmakta yıkanma ve yas tuttuğunun belirtisi olarak başında balçıkla dolaşma gibi eylemler yapılır.
Freud'a göre tüm bu tabusal yükümlülükler, öldürülen düşmana karşı beslenen ikircikli duygulardan kaynaklanmaktadır.
b)Yöneticilerin tabusu
İlkel kabilelerin başladındaki reislere, krallara ve rahiplere karşı davranışlarında birbiriyle çelişiyor görünen iki ana ilke yatar. Bunlar kabiledekilerin yöneticilerini korumaları ve yöneticilerin de kabiledekileri korumasıdır.
Yöneticilerden sakınılmasının nedeni, yönetcilerin gizemsel ve tehlikeli büyüsel bir güçle donanması ve ilgili gücün temas sonucu elektrik gibi başkasına geçip, benzer bir elektrik gücüyle kendilerini koruyamayan kabile mensuplarına ölüm ve felaket getirmesidir. Eğer kral kendisi dokunacak olursa kişiyi tehlikelerden koruyacağına inanılır. Bunun en güzel örneğini İngiltere kralları iyileştirici güçlerini sıraca hastalığında göstermişlerdir, hastalığın "The King's Evil" adını taşıması buradan gelmektedir. Kral Charles II. söylendiğine göre, iktidar döneminde eliyle dokunarak yüz bin sıracalı hastayı iyileştirmiştir. Bu dönemde hastalıklarına şifa arayan insanlar öylesine çoktur ki içlerinden birkaçı şifa bulayım derken izdihamdan ezilerek ölmüştür.
c)Ölülere ilişkin tabular
Ölüler güçlü birer hükümdardır. Ölüler tabusu ilkel kabilelerin büyük çoğunluğunda ileri derecede bulaşıcıdır. Ölüye dokunan ya da bir ölünün gömülmesinde hazır bulunan herkes son derece kirlenmiş sayılır, bu kişiler kabile üyeleriyle görüştürülmez, konuşturulmaz, adeta toplumdan soyutlanır. Bu kişiler kendi kirlenmişliklerini evdekilere, yaklaştıkları insanlara ve nesnelere bulaştırırlar.
Wundt, ölüm tabusunun kötü ruhlardan duyulan korkuda kaynaklandığını belirtmektedir.
Ölüler öldürür canlıları; ölümün günümüzde iskelet olarak resmedilmesi, ölümün kendisinin de bir ölüden başka şey olmadığını gösterir. Ölülerin ruhuna yakıştırılan kötücüllüğün bir nedeni de içgüdüsel olarak onlardan duyulan korkudur, bu ise ölüm korkusundan kaynaklanır.
Kocasını kaybeden bir kadın, annesini kaybeden bir kız kendisine "saplantı suçlamalar" diye nitelendirilen suçlamalar yöneltir, acaba ben bir dikkatsizlikte ya da ihmalde bulundum da sevdiğim kişinin ölümüne mi yol açtım diye kuşkular içinde kıvranır, kendini kahredip durur. Bu tür olaylara ilişkin psikanalitik incelemeler, ölünün ardından çekilen acının altında yatan gizli nedenleri açığa çıkarmıştır. Söz konusu araştırmalar saplantı suçlamaların bir bakıma haklı nedenlere dayandığını, dolayısıyla tüm yadsımalara ve itirazlara karşı bağışık nitelik taşıdığını göstermektedir. Yas tutan kişinin içinde elinden gelse kendisinin ölen kişiyi ölüme yollayacağı, sevilen kişinin bu dünyadan göçüp gitmesinden memnunluk duyacağı duygusu bilinçaltında yaşayıp durmuştur. Ölümden sonraki saplantı-suçlama içteki bilinçdışı duyguya karşı açığa vurulan bir tepkidir.
Ne zaman belli bir kişiye güçlü bir bağlantı söz konusuysa hemen her zaman bu derin sevginin ardında seven kişinin bilinçaltında kendisinden gizli yaşayıp duran bir düşmanlıkla karşılaşılır.
Sevilen kişinin ölümünün ardından bilinçaltında bir memnunluk olarak kendini açığa vuran düşmanlık duygusu ilkellerde bir başka davranışa konu edilir; düşmanlıkları ölen kişi üzerine kaydırılarak, ilgili duygudan kurtulmaya çalışılır. Bu kendini savunu mekanizmasına "projeksiyon (yansıtma,dışyansıtım)" denir.
Ölü sahibinin ölüye karşı düşmanlığını dışyansıtım yoluyla kendinden uzak tutmasına karşın, ilgili duyguya karşı tepkisi kendini cezalandırmada, pişmanlıkta, duyduğu korkuda, bazı şeylerden kendini yoksun bırakmasında, ayrıca yaşamına bazı sınırlamalar getirmesinde kendini açığa vurur; bütün bunlarda kısmen cine dönüşmüş ölünün ruhundaki düşmanlık duygusuna karşı koruyucu önlemler kılığına büründürülür.
Yorum Bırakın