BOŞLUK
Akşamdan kalmayım yine. Yine o başımdan hiç ayrılmayan, her an kendini belli etmek için hazırkıta bekleyen ağrım belli ediyor hemen kendini. Tam üç yıldır, her gözümü açıp kapatışımda yanımdaydı bu ağrı. Varlığının dengesizliği onu kabul veya retdetmeme engel oluyordu. Kötü bir sevgili gibi, ne zaman yakın, ne zaman uzak olacağı belli olmayan, bir türlü aklınızdan silemediğiniz kötü bir sevgili gibiydi. Yatakta uyandığım pozisyonda epeyce kaldım. Dün giyindiğim kıyafetler ve ter hala üzerimde duruyordu. Odaya göz gezdirdim: sandalyenin üzerindeki kıyafet dağı, masanın üzerinde dolu küllük, pencerenin önünde can vermeye meyilli siklamen. Ne kadar öyle boşluğu izlediğimi bilmiyorum. Öyle boşlukta savrulurken düşüncelerim, bir anda aklıma Rafet geldi. Rafet niye görüşmek istemişti sahi? Epeydir görüşmemiştik hem. Dün bir mesaj gönderdi:
"İlayda, seninle konuşmak istediğim bir konu var. Yarın 14.30'da beni ekme olur mu?"
Mesajın altına buluşacağımız yerin lokasyonunu da eklemişti. Rafet, lise arkadaşım'dı. "Selam, nasılsın, özledim" gibi şeyler yazmazdı. Böyleydi işte. Hiç ön sevişmeyle uğraşmazdı, direkt girerdi konuya. İhtiyaç duyduğumda ise hemen koşar gelirdi. Aslında güvendiğim birkaç arkadaşımdan birisiydi Rafet.
Saat neredeyse ona geliyordu. Yataktan çıktım ve bir kahve demledim kendime. Dünden kalma kıyafetleri yıkanmak için bekleyen diğer kıyafetlerin üzerine attım. Sandalyenin üzerindeki dağ, bunun yanında tepe kalırdı. Sorumluluk hissetmemi bekliyorsanız, hissetmedim. Edith Piaf'ın "La Vie En Rose" unu açtım. Kahve makinesinin sesi geldi. Kahvemi alıp, evin en sevdiğim köşesindeki berjere bıraktım çıplak vücudumu. Sanki bir filmde oynuyormuş gibi hissettim bir an ve rolüme sadık kaldım. Kupayı, film yıldızı edasıyla götürdüm dudaklarıma. Bir sigara yaktım. Sonra, camdan giren rüzgarla, vücudumdaki ter kokusu harekete geçti. Kötü hissettim kendimi. Sonra, film yıldızları da terliyordur herhalde diye düşündüm. Hatta Edith Piaf bile. Ter kokusunun anı bozmasına izin vermedim. Yaklaşık bir saat oturdum o camın önünde. Boş zamanlarımı bomboş geçirmeyi severim. Herkesin yapması gerektiğini düşündüğüm bir durumdur bu. Bunun üzerine kurulu olduğunu düşündüğüm şeyler vardır mesela; bir opera salonu, insanlar beklemede, sanatçı ve eseri anons ediliyor. "John Cage-4'33". Cage, taburesine oturuyor ve hiçbir tuşuna basmıyor piyanonun. Sayfa sesleri ve salonun sesinden başka hiçbir şey duymuyoruz. Tam 4 dakika 33 saniye sessizliğe teslim ediliyor. Saygı duruşları, meditasyonlar, erkekleri de bu örneğe dahil edebiliriz.
Yorum Bırakın