Behzat ç. , namı değer Behzat Amir. Ekran karşısında ya da roman sayfalarında çok sevdiğimiz, yer yer kızdığımız ama asla ona duyduğumuz sempatimizi kaybetmediğimiz dizi/roman karakteri. Kahvaltısını votkayla yapan, ağzı bozuk, maço, nadiren duş alan, kaba saba bir mahalle abisi, kötü huyları ve alışkanlıkları bu şekilde say say bitmez. İyi taraflarına gelecek olursak, çok daha kısıtlı yazabileceğimiz şeyler. Peki neden seviyoruz biz bu adamı? Nasıl bir şekilde kendini sevdirmeyi (aslında bunu kendi de istemese de) başarıyor? Bu konuda konuşmadan önce anarşizm konusuna biraz değinelim.
Anarşizm, kökenine baktığımız zaman en genel tabiriyle ''yöneticisiz'' anlamına gelen bir ideoloji, felsefe. Bir yönetim biçimi değil tam tersine toplumsal otoritenin, tahakkümün, erkin ve hiyerarşinin tüm biçimlerini bertaraf etmeyi savunan çeşitli politik felsefeleri ve toplumsal hareketleri tanımlayan sosyal bir terimdir. Anarşizm deyince akıllara daha çok siyaset gelse de bu yazı altında inceleyeceğimiz ''Behzat Ç. Anarşizmi'' buna dayanmıyor. Max Stirner'ın Biricik ve Mülkiyeti kitabında uzun uzun bahsettiği ''Bireyci Anarşizm''i masaya yatıracağız daha çok ama Behzat Ç. tarzıyla.
''Benim yalnız bir tek tutkum vardı: Özgürlüğe duyduğum şiddetli arzu.''
Karakterin özeti niteliğinde bir söz ama o çoktan buna kavuşmuş ve bunu da hiçbir mevkiye önem vermemesine, gerçekleri olanca çıplaklığıyla söyleyebilme cesaretine ve son olarak da abisine borçlu. Diziyi izlediğim zamanlarda karakterin üstlerine çıkışları, tüm o raconları çok abartılı gelmişti ve bugüne kadar bu şekilde hareket eden birinin mesleğinde asla bu şekilde ilerleyemeyeceğini düşünmüştüm ve hala da bunun arkasındayım ama romanları okuduğum zaman durum değişti. Dizide yeterince üstünde durulmayan ama Behzat'ın bugünlere gelmesinde en büyük pay sahibi olan abisi Şevket'ten bahsediyorum. Behzat tüm bu özgürlüğünü büyük oranda abisinin götünü kollamasına borçlu ama mesleğine olan tutkusunu ve kendi adalet anlayışını da göz ardı etmemek lazım. Başarılı bir komiser ve herkesin çekindiği ama içten içe hayranlık beslediği bir karakter ve tam da bu noktada ilk paragrafta sorduğum soru devreye giriyor; Biz neden bu adamı seviyoruz? Çünkü hepimiz içten içe ona hayranlık besliyoruz ve olmak isteyip de asla olamayacağımız adamı görüyoruz. Çıkarları uğruna alttan almak zorunda kalmayan, hep doğru bildiğini okuyan...
''Ben iyi bi' adam olamadım, ama kimsenin de adamı olmadım.''
Onun bu her şeyi boşveren tavrı doğuştan gelmiyor tabiki. Yaşadığı tüm acılar, tüm kayıplar, düşüşleri onu bu hale getiriyor. Yaşın getirdiği tecrübe ve olgunluk da var tabiki. Dizide geçen şu replik ise karakterin anarşist kişiliğini en net ortaya koyan replik sanırım;
''Biz napıyoz la bu hayatta? Birileri demiş, sınırları çizmiş, burda yaşıcanız demiş. Birileri demiş ki bu maaşı alıcan demiş, bu okula gidicen demiş, bunlara karşı çıkmıcan demiş. Bunların hepsi ben söylemeden önce, ben yapmadan önce birileri tarafından söylenmiş. Ben istemedim ki bunların hiçbirini.''
Ama yine de yaşamaya devam ediyoruz, direnmek zorundayız çünkü yaşamak demek hayatta kalmak demek bir noktada ve hayatta kalmak da sürekli bir savaş hali demek. Bize çizilen sınırlar içinde, bize verilen rollerle, yolumuzun kesiştiği ve zamanı geldiğinde yolumuzun ayrıldığı insanlarla tüm bu hengamede hayatta kalmak...
“Çünkü sahici bir sarsıntı, sahte bir dengeden iyidir.”
Ve her sarsıntıdan sonra ayağa kalkmayı bilmiştir amirim. Bu her zaman kolay olmuyor tabiki, yeri geldi alkolle, yeri geldi kendini yollara atarak, yeri geldi bir Gençlerbirliği maçıyla.
“Bazı günler uyandığımda hangi günde olduğumuzu bir türlü hatırlayamıyorum. Pazartesi, perşembe, pazar… İnsan hayatında günlerin bir anlamı olmalı.”
Konu anarşizmden epey kaydı, farkındayım. Belki tam bir anarşist de diyemeyiz ona, sadece her şeyi boşvermiş bir adamdır belki o, geceleri günlerinin tepesine çıkan bir adam. Tüm bu anlattıklarımla, kısaca yaşamakla ilgili bir şiirle noktalamak istiyorum yazımı, kendinize iyi bakın.
''çünkü yaşamak gibi bir şeydi yaptığı
anasız bir tay gibi coşkun ve hüzünlü
akşamın dinginliğini otluyordu o zaman
her sabah denize çıkar, bir elma yerdi
hüznünü ve çılgınlığını elmanın
gözünü yumsan ağzında duyarsın
ellerine bakma artık
çünkü kar yağıyor
çılgın hüzünlü
büyük kentleri düşünse de rahatlasa
işte her şey nasıl haince karıştırılmış
kirli çamaşırlarla sabunlar ayrı semtlerde
saatin sonunda meydan
suyun sonu ilerde
böyle yaşamak zordur elbet anlıyorum
çılgın ve hüzünlü''
Yorum Bırakın