Kubrick'in eşsiz yetenekleriyle yönettiği,  Anthony Burgess'in kendini ölümün eşiğinde sanıyorken yazdığı kitaptan uyarlanan bu kült film; üzerinden yıllar geçse de hala konuşup tartışılıyor.

Başta Papaz'ın da vurguladığı gibi kader inancı başta olmak üzere anlatmak istediği şeyi anlatırken birçok toplumsal konuya da değiniyor.

Tüm sahnelerin sanatla sentezlendiğini görüyoruz, filmin her yerine klasik müzik bulaşmış. Kahramanımız Alex de Beethoven'ın 9. senfonisine ve Beethoven'ın kendisine hayranıdır. Fakat özgürlük, eşitlik ve kardeşlik söyleminin savunucusu Beethoven'ın tezat karakterine sahip olan Alex'in böyle olmasının sebebi bu yüksek dehasıyla içinden çıkamadığı toplumdaki yalnızlığı mıdır?

Aynı zamanda film ile tezat olarak renklendirmeler de kullanılmıştır. Film oldukça karamsar bir konuyu ele alırken Kubrick filmde renkli tonlar kullanarak adeta bir masal gibi anlatmaya çalışmıştır ve bu da filmi fazlasıyla rahatsız edici kılıyor.

Filmde topumdaki bozulmanın siyasi boyutlarını da izliyoruz. Önemli olan iktidar olmak mı? Çıkarlara mı, topluma mı hizmet? Yoksa hastalık siyasetten topluma mı bulaşıyor?

Toplum, bu karanlık dünyada birbirinden uzaklaşmakta, korku ön plana çıkmakta ve insanların hayvani duyguları boy göstermeye başlamıştır.

Filmde anlatılmak istenen asıl konuya gelirsek; Kötülük her zaman içimizde midir? Bu kötülük iyilik ile değiştirilebilir mi?  Seçim hakkımız elimizden alınırsa hala "insan" olur muyuz?

Filmde Papaz ne kadar bu tekniğin uygulanmamasını ve bir varlığa yaptığı seçimler sayesinde "insan" denilebileceğini savunsa da karakterimiz tedavi olmuştur ancak beyni değil bedeni tedavi olmuştur. Bedeni karşı koyarken bile aklında yine eskisi gibi kötülükleri düşünebilmektedir.

İşte buna "Otomatik Portakal" diyoruz.

Hepimiz farkında olmadan birer "Otomatik Portakal" haline mi getiriliyoruz?