Sabahattin Ali en sevdiğim toplumcu gerçekçi yazarlardan biri olmakla birlikte; kalemi, adı duyulduğunda şuan bile alerji uyandırmaya devam etmektedir. Belki de Sabahattin Ali'yi bu eserinde daha yakında tanıma fırsatı sağlayan, İş Bankası ve Yapı Kredi yayınlarına sonsuz teşekkür ediyorum.. Yazarın, Sırça Köşk kitabında toplanmış olunan hikaye ve masallarından oluşmaktadır. Kendine döndüğü, mahpushane, öğretmenlik yıllarında köy yerlerindeki hayatı, yurt dışında görevi sırasında ve edebiyat mecrasından edindiği arkadaşlarından izler, şiddetle taşımaktadır. Bu kitabı yazarımızın en ama en etkilendiğim kitaplardan bir tanesidir; Okurken tüylerim diken diken oldu, ürperdim hayatı sorguladım; neden dedim neden sevmediler Sabahattin Ali'yi?
1948 yılında meçhul bir şekilde öldürülmesi keza Yaşar Kemal'in 1950 yılında hapse girmesi, Rıfat Ilgaz'ın 1944 yılında kitabı gerekçesiyle hapse girmesi, Orhan Kemal, Abidin Dino , Kemal Tahir, Attila İlhan gibi bir çok yazar kaleminin güçlülüğü sebebiyle zamanının başkanı tarafından yok edilmiş,hakiki solcu yazarlardır. O zaman başta (İnönü) vardır! Bu yazarlarımız ve şairlerimiz sırf toplumun acılarını, köylüleri, işçi sınıfı, sistemi yalın bir dille edebi eserlerinde dile getirdikleri için susturuldu, öldürüldü! Ama her ne olursa olsun kalemlerini bırakmadılar; yazdılar Vatan için, yazdılar zulm gören mazlumun yanında olmak için, gerçekleri görmelerini istemediler. Şuan bile bazı yazarların adı bir alerji yaratmaktadır. Bizlere düşün okumak, okutmak, kalemi güçlü yazarlarımıza sahip çıkmaktır. Şuan bile Yaşar Kemal, Sabahattin Ali, Kemal Tahir gibi bir çok yazarımız başka ülkelerde çok sevilen yazarlarımızdır.
Sırça Köşk kitabına gelirsek; bizi ilk "Portakal" hikayesi karşılamaktadır; Güverteden yüklenen yüklerin alınırken ve verilirken fiyatlarının farklı olduğunu, para ve çıkar ilişkisi güdüldüğü ama bir devlet adamının veyahut bir aydının yüklerine gözleri gibi bakıldığını, işçinin ve garibanınsa malının değersiz görüldüğü anlatılıyor. Bir lodos olunca limanda yüklenen portakalları denize atılan işçi İsmail gibi..
Sonra "Beyaz Bir Gemi" de, bir Türk ressamının yaşadığı toplumdaki yeri ve ekmek parası kazanmak için neler yaptığı, ülkedeki sanat refahını ve değerini öyle bir gözler önüne sermiştir ki... Bu ressamımız çirkinin peşindedir yeter ki resmedilişe değer olsun onu güzelleştirmek uğrundadır. Boğaz kenarında sanata değer bir şey ararken, İstanbul boğasına heybetli beyaz bir gemi girer, bunun bir İngiliz veya Amerikan olduğunu kanıksar. sanatçı hemen resmetmeye koyulur, ne kadar hızlı bitirirse geminin sahibine ulaştırmak niyetindedir. Hemen tekneye atlar ve gemiye yanaşır, İngiliz kaptan aksanla büyünün der ve tam ümitsizliğe kapılırken, ressamın çizmiş olduğu resme hayran olur; saatlerce sanat üzerine konuşulur, en son kaptan lordun bunu çok seveceğini ve teşekkürlerini sunarak ressama resim karşılığı para uzatır. Ressam çok mutlu olur, bu beyaz gemi olayı diğer ressamalar da duyunca şövalelerini alıp beyaz gemi beklerler, aylarca.. En son beyaz bir gemi görünür herkes resmetmeye başalar bitiren gemiye yanaştıklarında Fransız biri yerine bir laz karşılar. Laz o resimlere bakıp anlamaz ve ressamları kovar. İşte bizim sanata değerimizi böyle gözetlemiştir
"Katil Osman" da ise yazarın mahpushanede ve Rıfat Ilgaz'ın cezaeviırasında tutukluluğundan esinlenir. Katil Osman suç işlemediği halde ya da öldürmediği halde katil olarak anılır mahpusa düşer aslında çocuktur toydur, dışarı çıktığında birini bu sefer öldürür ama katil olmadığı halde gerçekten kail olmak için bile öldürür. Bu hikaye kiminin adam öldürdüğü için katil anıldığını kimininse adı katile çıktı diye adam öldürmenin hikayesidir.
"Böbrek" de benim böbreğim alındı hissettim, benim böbreklerime sanki bir şey oldu; Avni taşradan ta İstanbullara böbrek hastalığının tedavisi için gelir. İstanbul'un lüksü pahalılığı fazla gelir, bir hemşeri hoca ile karşılaşır onun tatlı diline inanarak doktora gider ama tedavi falan yalandır, para karşılığı Avni'yi sömürürler. Avni de para kalmaz ama tedavi olması lazımdır aylarca İstanbul'da sürünür. Hastaneye gider bitmeyen doktor sıraları, kaynak yapan insanalar; Avni bir hastanede de kandırılır hem de hastanede!!! İnsan canının öneme alınmadığı doktorların yanlış tedaviler etmesi Avni'nin böbreğine mal olur.. Gerçekleri bir devlet hastanesinde para ile canın kurtarıldığını gösterdiği için Sabahattin Ali'yi susturdular..
"Cigara" da toplumun ahlak anlayışını görüyoruz.. Sokakta yaşayan insanalar, sefaleti, edebi, refahı görüyoruz..
"Millet Yutmuyor" adlı hikayede sirk gösterimi yapan insanların basit numaralara kanmadığını dile getiriyor..
"Bahtiyar Köpek" adlı hikaye, varlıklı bir ailenin köpeği vardır ve sahibi kadar köpeğe değer verilir. İnsana gerçekten ders verir niteliktedir; bir insanın köpek kadar değerinin olmadığını, bir hayvandan bile daha düştüğünü gösteriyor. Öyle bir devirmiş diyoruz.. Bu hikayesini arkadaşları tarafından dikkat çektiği için kaleme almıştır; Arkadaşları, Sabahattin neden bu kadar acı, bu kadar yoksulun, fakirin çektiklerini yazıyorsun güzel anıları yok mu bu insanların derler Ali'de " dostlar, yufka yürekli dostlar bundan hoşlanmıyorlar. Hep kötü, sakat şeyleri mi göreceksin?" diyorlar. Diye başlamaktadır.
" Çilli" adlı hikayesinde ise bu hayatta yaşayabilmek için farklı yolları seçmiş gerek ailesinden gerekse toplumdan dışlanmış yok sayılan insanları ele almaktadır; çilli bir hayat kadınını yaşadıklarını aslında bize göstermektedir.
" Dekolman" dekolman adlı bir göz hastalığı Türk tıp doktorları tarafından tedavi edilemez. Bunun için birçok yazılı kaynağa ihtiyaç vardır, fakat bazı kitaplar yabancı olduğu için bir çeviriye ihtiyaç vardır. Bir hastanın dekolman göz hastalığı ilerlemiştir, acilen tedavi edilmesi gerekmektedir. Bunun için yurt dışından dekolman ameliyatında uzman bir doktor gelir. (işte bizim başka doktorlara muhtaç kaldığımızı gözler önüne serer) Bu doktor ameliyatı gerçekleştirir fakat yeni yöntemlerle çünkü çeviriye verilen kitaplardan okuyarak Türk doktorlarda bir şeyler öğrenmişlerdir. Uzman doktor yeni yöntemlerin denenmesinin sebebiyle şöyle der; "Ben bütün bunları son çıkan tıp gazetesinde yer veriyorum ama Yahudi olduğumuz için imza kullanamıyoruz." Sabahattin Ali bakmadı kimsenin dinine, diline, ırkına.. onun odağı insandı..
"Hakkımızı Yedirmeyiz" Müslüman da olsa hacı da hocada insanları kandırmayı iş sayan insanların hoca diye inandıkları bir devriden bahsediyoruz. Hikayede ele almıştır.
"Cankurtaran" köyde yaşayan İbrahim'in 15 yaşında bir kızı kaçırır, evlenirler. Asiye hamiledir, sancıları başlar, ebeler doğurtamaz ve İbrahim hastaneye gider, yer yok derler ya ebe doğurtur ya da şu kadar para ödersen kendi kliniğimde yardımcı olurum.. Tarla, araba ne varsa satar ama parayı tamamlayamaz, doktor Asiye'yi kurtarmıştır ama para eksik olduğu için Asiye'yi İbrahim'e vermez. İbrahim'in canına tak eder köyde karı mı yok der ve Asiye'yi almaz.. Asiye çok içerlenir hastaneden kaçar ama kanama geldiği için köyün merkezinde yığılıp ertesi gün de ölür. İşte gerçekleri Sabahattin Ali edebiyata döktüğü için hükümet onu suçladı.
"Çirkince" Bir gencin çocukken gittiği İzmir Çirkince, insanını, yeşilini ve güzelliğini özlediği yeri yıllar sonra aynı güzellikte bulamaz. Bir çok ağaç para uğruna kesilmiş, devlet elinde olan topraklarsa açık arttırmayla yabancılara satılmıştır. Yazar buna sıklıkla yakınmaktadır. Çirkince köyü tam anlamıyla Çirkince olmuştu..
"Kurtla Kuzu" bir genç kadının ve adamın vatan haini olmak suçu ile mahpusa düştüğünü başından geçen olayları ele almaktadır. Tanımadığı halde zorla tanıklık ettiren mi ararsın, ağır işkencelere mi maruz kalmalarını mı yazarımı sayın Sabahattin Ali gerçek anlamda mahpustayken yaşadıklarını devletin davranış ve hareketlerini gün yüzüne çıkardığı için onu Vatan haini olarak saymışlardır. Sabahattin ali şu sözlerle tamamlıyordu;" hepsi de, hizmetinde bulundukları idare makinesinden, devletten, memleketin gidişatından şikayetçi idiler.." Kafanıza dolmak isteyen türlü ihtimallere zaman zaman yüreğinizin çarpıntısı artarak beklemek ben kendimi buna bile alıştırmış açtım. Olmakynimi beyaz bir kağıt gibi bomboş hale getirebiliyor, ruhsuz bir et yığını gibi, hayret verici bir duygusuzluk, bir çeşit aptallık hali içinde, zamanın geçtiğini anlamadan bekliyordum. Herhangi bir zayıf hissin pençesine düşmemek için, Tevfik edildiğim andan beri, çocuğumun, her zaman defterimin arasında taşıdığım resmini çıkarıp bakmaktan bile kaçırmıştım." Sabahattin Ali'nin bu sözleri benim tüylerimi diken diken etmişti..
Daha sonrasında masalları vardır.. "Bir Aşk Masal, Devlerin Ölümü, Koyun Masalı ve Sırça Köşk" Masallar bir çok ders çıkarır niteliktedir içlerinden en dikkatimi çeken Koyun Masalı ve Sırça Köşk'tür. İki masalda da yönetime bir başkaldırı, aykırı konuları işlenmiştir. Yani hükümetle ilişkilidir.
Ressam Tevfik Aravurgun'un resmini diğer ressamlar yahut da sıradan vatandaşlar için kıskanılır yapan şey; eserin arkasına gizlemeye çalıştığı çirkinlik veya onun usta bir ressam olması değildi. Yaptığı resmin, Türk olmayan herhangi birisinin, üstelik bir de zenginse, - ki aziz halkımın "zengin/gayrimüslim yapıyorsa vardır bunda bi'şey" inanışı ile bu söz konusu kimsenin mutlak otorite sayılması işten bile değildi - 25 İngiliz lirasına Aravurgun'un eserini satın almış olmasıydı. Hülasa Tevfik Aravurgun'u, sanatın diyalektiğini idrak etmiş bir ressam olarak meclisten dışarı ayıracak olursak, eserini popüler kılan yegâne şey, çevresindeki diğer akademi üyelerinin yabancı ve zengine karşı hissettiği aşağılık kompleksiydi. Apaynısı olmasa da gerçek hayatta benzer bir örneği Da Vinci'nin "The Virgin and Child with St. Anne" eserinin zamanında yakalayamadığı şöhreti, yüzyıllar sonra yaklaşık 2.5 milyon sterline satıldıktan sonra elde etmesiyle verebiliriz. Ayrıca güzel bir inceleme yazısı olmuş, kaleminize sağlık.