Tüm dünyayı kasıp kavuran, ölüm ve insanlık ayıplarıyla dolu altı yıl Mihver tarafın mağlubiyeti, kızılların Berlin sokaklarında sevinç çığlıklarıyla son bulmuştu. Peki Alman hegemonyasıyla geçen savaşın ilk yıllarında Almanları üstün kılan bu dâhiyane plan neydi? Gelin hep birlikte inceleyelim.

 

 

 

 

 

 

YILDIRIM HARBİ

 

     Heinz Guderian tarafından ilk defa ortaya atılan bu doktrin, iki temel prensib üzerine oturtulmuştur. Birinci Dünya Savaşı'nda uygulanan hendek kazma ve cephe tipi savaşların bir çıkmaz oluştuması üzerine aksi şekilde mobil olma ve düşman hatların hızlı ve olabildiğince derin yarma noktasında geliştirilmiştir. Bu prensibe göre tanklar birincil sınıf muharebe aracı olarak kullanılmakta, ordu bünyesinde ki diğer unsurlar ise tankları destekleme görevi görmektedir. Almanlar bu doktrin çerçevesinde avcı-bombardıman uçaklarını ve topçu bataryaların düşman hatlarının ilerisinde alman tanklarını tehdit edebilecek unsurları yok etme, piyade ve mekanize birliklerini ise alman tanklarının açtıkları gedikleri destekleyecek ve düşman birlikleri çevreyleyecek unsurlar olarak kullanmışlardır. Nitekim bu doktrinin başarısı tartışılmazdır çünkü çok kısa bir süre içerisinde Almanlar Bliztkreig ile Avrupa'nın büyük bir bölümün işgal etmeyi başarmışlardır. Bu doktrinin arkasında yatan Alman teknolojisi ve yetenekli generalleri göz ardı etmek kesinlikle yanlıştır. 

 

 

 

 

HEDEF POLONYA (1 Eylül 1939 - 6 Ekim 1939)

 

     Avrupa'da hızla yükselen tansiyon gözleri, bir yandan Almanya'yı eski günlerine döndürmek isteyen faşist bir diktatöre diğer yandan doğuda hızla yükselen paranoyak bir koministe çevirmişti. Tam arada kalan ve kendisinden toprak talep edilen Polonya ise İngilizlerle anlaşmaya varmış, toprak bütünlüğü için güvence oluşturma çabaları içerisindeydi. Molotov-Ribenntrop Paktı'nın imzalanması ardında tüm dünya şaşkına dönmüş, birbirine aykırı iki ideoloji aynı masadan anlaşarak kalmışlar, Polonya'yı bölme planlarını tamamlamışlardı. Nitekim Polonya Alma işgaline hazırlansada bunun için öngördüğü tarih 1942 idi ancak Alman taaruzu çoktan kapıda belirmişti. Almanlar burada Blitzkreig teorisinin tam bir gösterisini tüm dünyaya izleteceklerdi ve bunu da yapmışlardı. Alman bombardıman ve avcı uçaklarının desteklediği 6 panzer tümeni 2400 tank ile Polonya'yı sadece 36 günde delip geçmişti. İşte bu noktada Blitzkreig, kan ve demirin şarkısını tüm dünyaya söylemeye başlamıştı. Polonya taaruzunun başlaması ardından İngiltere ve Fransa peşisıra Almanya'ya savaş ilan etmişlerdi.

 

 

 

 

PARİS'İN DÜŞÜŞÜ (10 Mayıs - 25 Haziran 1940)

 

     Polonya'da aldığı başarı sonrasında gözünü ezeli düşmanı Fransa'ya diken Hitler, Blitzkreig ile Fransa'yı da vurmaya hazırdı. Birinci Dünya Savaşı sonrasında Versay'ı imzalayan Almanya karşısında zafer sarhoşu Fransa'nın işi hiç kolay değildi. Yıllarca savaşın eksik olmadığı Avrupa'da tüm dünyaya yayılan Birinci Dünya Savaşı sonrasında kimse savaşmak istemiyor savaşın ne denli yıkıcı boyutlara ulaştığını görebiliyordu ancak Almanya yinne dengeleri bozmuş ve hızla Avrupa'yı kasıp kavurmaya başlamıştı. Fransız, Belçika ve Hollanda savunmasının karşısında bulunan Almanlar harekât için düğmeye basarlar. Alman hava indirme birlikleri köprü geçitleri ele geçirirken, yoğun Alman bombardımanı stratejik yerleri vurur. Bu durum karşısında dayanmak zordur çünkü bu durumu Alman panzerlerinin hızla ilerleyişi takip etmektedir hatta Alman panzerleri o kadar hızlı ilerlemektedir ki Erwin Rommel'a bağlı 7.Panzer Tümeni telsiz sinyalinin dışına çıkmış böylelikle 'Hayalet Tümen ' lakabını almıştır. Böylelikle 45 gün içerisinde Almanlar Paris'e kadar girmiş, Fransızları teslimiyete zorlamışlardır. Fransa topraklarının bir kısmını kendi bünyesine katarken bir kısmını kukla devlet olarak (Vichy Fransası) bırakmışlardır. 

 

 

 

                      

 

    Blitzkreig ordunun tüm unsurlarının bir beden gibi hareket etmesiyle oluşan, düşmana tüm güç ile en sert darbeyi vurmak üzere kurulmuş bir doktrindir ancak kaynakları çok fazla tüketmektedir. Almanların Stalingrad'da duran ilerleyişinden sonra hammadde açığı oluşması, kaynakların kıtlaşması gibi durumlar sonrasında kullanılamaz hâle gelmiştir. 

 

     Böylelikle kan ve demir son şarkısını da söyleyip tarihin tozlu sayfalarında yerini bulmuştur.