Her kadın kurtarılmaya mı ihtiyaç duyar?
Belki de modern zamanın bağımsız kadınlarının duymaktan en çekindiği ve üzerine düşünmeyi en istemedikleri sorulardan biri budur.Farklı kültürler, yaşam tarzları, düşünce şekilleri fark etmeksizin tüm dünya kadınlarını ilgilendiren bu soru, belki de hiçbir zaman net bir cevap alamayacak olsa da, üzerinde oldukça düşündürür.
İlk olarak Colette Dowling tarafından tanımlanan ve hakkında kitabı yazılan Sindirella Kompleksi (Külkedisi Kompleksi) ya da bilinen diğer adıyla Andromeda Kompleksi, kadınların bağlanmaya ve birileri tarafından kurtarılmaya olan bilinçli veya bilinçsiz ihtiyaçları ve arzuları anlamına gelir.Tahmin edilenin aksine bu kompleks, kişi büyüdükçe daha belirgin hale gelir ve kendini göstermeye başlar.
Bu kompleks –anlaşılacağı üzere adını peri masalı karakterlerinden Külkedisi tarafından alır; bir kadın ne kadar zarif, kibar, güçlü ve bağımsız olursa olsun, bilinçdışında her zaman beyaz atlı prensinin gelip onu zorlu durumlardan kurtarmasını beklemesi inancına dayanır.
Psikoloji literatüründe Andromeda; içine düştüğü zorlayıcı durumlardan ve kısıtlayıcı sorumluluklarından kaçmak için karşısına çıkan ilk etkileyici erkeğin güzel sözlerine inanarak, mutlu son hayalleri kuran kadınları tanımlar.Neredeyse tüm kadınların bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde Andromeda Kompleksi yaşadıklarını ileri sürmek mümkündür. Bu kompleks; kadınların tüm yaşamlarını kısıtlamakta, yaşamdan aldıkları doyumu azaltmakta, ilişkilerinin sınırlarını belirlemekte, zorluklarla savaşmak yerine yaşamlarını bir erkek tarafından kurtarılmayı bekleyerek geçirmeleri ve evlenmiş olmak için evlenmeleri sonucunu doğurmaktadır.
Mitolojide Andromeda, Aithiopia Kralı Kepheus ile Kassiepeia’nın kızıdır. Andromeda’nın güzel ve kibirli olan annesi Kassiepeia, tüm Nereus kızlarından daha güzel olmakla övündüğü için Nereus’un kızları tarafından Deniz Tanrısı Poseidon’a şikayet edilmiştir. Bunun üzerine Tanrı, Aithiopia’ya korkunç bir ejder göndererek tüm ülkeyi birbirine katmıştır. İçine düştüğü kötü durumdan kurtulmak isteyen ve kahine başvuran kral, tek çözümün kızını ejdere kurban etmesi olduğunu öğrenmiştir. Çaresizliği ve halk tarafından da zorlanması, kralın kızını ejder tarafından yenmek üzere bir kayaya bağlamasına neden olmuştur. Ancak canavar Andromeda’yı parçalamak üzereyken, Pegasus (kanatlı at) üzerinde gökyüzünde dolaşan Perseus yere inmiş ve canavar Gorgo’yu öldürmüştür. Kayaya bağlı güzel Andromeda’yı gören Perseus, ona aşık olmuş ve kralın da izniyle onunla evlenmiştir. Andromeda ile sözlü olan Phineus, adamlarını toplayarak düğün gecesi Perseus’a saldırsa da, Gorgo’nun kafasını kendilerine doğru tutan Perseus tarafından adamlarıyla birlikte taşa dönüştürülmüştür. Tüm bunların sonucundaysa Andromeda, kendisini tüm bağlarından ve güçlerden kurtaran Perseus ile uzun ve mutlu bir ömür geçirmiştir.
Bu kompleks çoğu zaman kadınların kendilerine yetebilmekten aciz oldukları anlamına gelmez. Aksine, kadınların ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar, içlerinde bir yerde, onları en zor durumda kurtarmaya gelecek, yardım edip kötülükleri savuracak olan bir prensin varlığına inanmaları ve bunu istemeleri durumudur. Belki de küçüklüklerinde duydukları masallar sayesinde yarattıkları bu fantezi onları konfor alanlarında tutan ve güvende hissettiren bir çeşit savunma mekanizmasına dönüşmüştür. Peki küçüklüklerinde duydukları Külkedisi ve benzeri onca masalı kim oluşturdu?
Dünyanın neresinde doğmuş olursak olalım, kilit fikir çoğunlukla aynıdır: erkek çocuklar güçle, kız çocuklar ise kırılganlık ve anaçlıkla özdeşleştirilmeye çalışılır. Erkek çocuklar arabalarla oynarken, odaları maviye boyanırken ve savaş içerikli çizgi filmler izlerken, kız çocuklar bebeklerle oynar, odaları pembeye boyanır ve peri masalları izlerler. Bu şekilde büyümüş bir kız çocuğunun –ne kadar farkındalıklı ve güçlü bir şekilde büyürse büyüsün, bilinçdışında, duyduğu peri masalı karakterleri her zaman hayali bir beklenti olarak kalmaz mı?
“Erkeklere özyeterliliği bahşeden doğa değildir; eğitimdir. Erkekler, doğdukları günden itibaren bağımsızlık için eğitilir. Tam tersine kızlara ise bir çıkış yolları olduğu, bir gün, bir şekilde kurtarılacakları öğretilir.” (Dowling, 1981/ 2020).
Tüm topluma işlenen bu sosyal normlar sonucunda, kadınların Sindirella kompleksine sahip olmaları tamamen normal karşılanırken, bu komplekse sahip olmamaları neredeyse ayıplanır.
Peki ya beyaz atlı prens hiç gelmezse? Ya da beyaz atlı prens gerçekte, hayallerimizdeki mükemmellikte değilse? Gerçek dünyanın bir masal dünyası olmaması nedeniyle bunlar asıl karşılaşılabilinecek senaryolar değil midir?
Kadınların dünyada güçlü bir şekilde var olabilmeleri için, bu beklentilerini bir kenara atıp hayatlarının kontrolünü kendi ellerine almaları gerekmez mi?
Durup düşündüğümüzde, günümüz toplumunda hala beyaz atlı prensini bekleyen kadınlar mı daha özgürdür yoksa beyaz atlı prensesler mi?
Yorum Bırakın