Bir çoğunuz zaten Pollyanna'yı okumuştur. Hiç olmasa bile az çok bir şeyler biliyorsunuzdur. Lafı çok uzatmamak için aşırı kısa bir özet geçiceğim ama hikayeyi bilenler bu kısmı atlayabilir. Pollyanna babası ile her şeyde güzel bir yön bulmayı amaçlayan bir oyun oynamaya başlar. Bir süre sonra babasını da kaybeder ve teyzesi bayan Poly'nin yanına taşınır. Teyzesi çok sert ve katı olmasına hatta kıza hiç sevgi göstermemesine rağmen kız hep güzel bir yön bulmayı başarır. Teyzesinin yanında çalışan Nancy adında ki hizmetli hariç kimse Polyanna'ya dostça yaklaşmaz. Hepsi hayatın telaşına kapılmış, stresli ve soğuk insanlardır. Ta ki Pollyanna'nın mutluluk oyunu ile tanışana kadar. Tabi bu süre içinde çok şey yaşanır ama ben kısa kesicem. Bir gün küçük kıza araba çarpar ve yürüyemez olur. Pollyanna ve onun mutluluk oyunu sayesinde hayatı değişen bir çok dostu kızı ziyarete gelir. Öyledir ki teyzesi Bayan Poly'de çok endişelenenir. En sonunda kız yürümeye başlar falan filan.
Biraz uzun oldu sanki? Günümüzde Pollyannacılık diye bir bakış açısı var. Ve toplumsal olarak bakıldığında Pollyanna karakteri çok saf ve bulutların üzerinde yaşıyormuş gibi resmedilir. Aslında Pollyanna'ya çok yüzeysel bakıldığını düşünüyorum. Hatta aslında benim onun iyimserliğini, yargılanma hakkımın olduğunu bile düşünmüyorum.
Hadi gelin Pollyanna'ya başka bir gözle bir daha bakalım.
Kimse farkında değil, kimsenin aklı da yerinde değil zaten.
Yaşadığı o küçük kasaba olsun, dünyanın öbür ucu olsun; insanlar o kadar kapılmış gidiyor ki hayatında ki kasırgaya, karmaşaya. Hayatın telaşına o kadar kaptırmışlar ki gerekirse birbirlerini yerler, kırarlar. Kendi hatalarını birbirlerine olan kin ve öfkeleriyle kapatırlar. Kimileri de bunlardan öyle uzak tutarlar ki kendilerini, kasırgaya kapılmamak için bir el bile uzatmazlar Pollyanna'ya. Pollyanna ne yapsın? Bu hayatta onu anlayan tek kişi, babası da artık burda değildir. Bu deliliğin arasında yaşamak için kendisi de delirir. Ancak onunki öyle bir cesarettir ki, sözünü tutmak pahasına bütün bu kasırgaya karşılık kuşların cıvıltısını dinlemeye başlar. Eh, oda farkında. Asıl delilik budur.
Fakat, denese ne kaybeder?
En azından o anlık mutlu olmayı başarır.
Anda ki heyecanlara tutunamazsa daha neye tutunabilir ki?
Daha tutunabilicek neyi vardır ki?
Pollyanna çok mutlu olduğu için değil, denediği için, öyle hissetmek için yokluğun arasında ki boşluğa tutunuyordur belki de?
Tabi ki korkuyordu.
Ama belki de o kadar cesurdu ki;
Kaçmaktansa tutunduğu ipe bağlanmayı ve kopmayı,
Kaybolmayı sonra da düşmeyi tercih etmiştir.
Belki de iddia edindiği gibi sadece korkmuş ve kendine yeni bir dünya yaratmıştı?
Peki kormakta hakkı yok mu?
Duygudan yoksun onca insanın, kargaşanın arasında yalnız kalmaktan?!
Duygularını bastırmak suç mu?
Öfkeden başka bir şey bilmeyen, prosedürde nazik insanlarla konuşulur mu ki zaten?
Aynada ki görüntüsü dışında herşeyi ve herkesi susturan Pollyanna mı?
Yoksa kendi içinde ki fırtınayı susturamayan insanoğlu mu korkak?
Hangisi daha deli?
Hayatın acelesiyle neye ve kime patladığını bilemeyen insanlar mı?
Yoksa hayata mola verip, karmaşanın dışındaki dünyada olan sesleri dinleyen Pollyanna mı?
Hiçbir şeyin farkında olmayan, birbirlerine düşen yamyam ve kör topluluk mu?
Yoksa oturduğu köşeden hepsini izleyen Pollyanna mı?
Bana kalırsa Pollyanna herşeyin farkındaydı. Fakat kime ne? O inanmak istemiyordu. Ve yine bana kalırsa Pollyanna her bir cümlesinin ardından bir keder bırakıyordu, nokta misali. Fakat görebilene? İyimserlik değil de farkındalıktı Pollyanna'nın ki. O kadar farkındaydı ki düşüyor olduğundan, kendini yatıştırmak için bir oyun kurmuştu kafasında. Peki biz insanoğlu neden bu karmaşanın arasında kalıyoruz ki? Bırakalım ve düşelim. Belki biri tutmaz, belki kanatlarımız da yok ama ne kaybederiz ki zaten? Denesek ne kaybederiz? Nasıl olsa boşluk bir yerde biter. Belki daha güzel bir son vardır. Veya bir başlangıç? O yüzden siz siz olun ve bir kez daha deneyin. Mutlu olmayı deneyin ve mutlu kalın.
~~~Agaphe
Yorum Bırakın