Dada, 1916’da savaştan kaçan sanatçıların bir araya gelmesiyle Zürih’te başlamıştır. Dada ve Sürrealizm akımlarını birlikte düşündüğümüzde, ikisinin de savaş sonrası dönemde avangart bir tepki niteliğinde olduğunu görürüz. İki akıma göre de sanatçının rolü toplumsal ve siyasal anlamda radikal olmak ve akademik sanata karşı bir duruş sergilemektir. Aslında Dada ve Sürrealizm, bir sanat akımından ziyade fikir akımı olarak değerlendirilebilir: bu fikirler hayat hakkında fikirleri içerir. Dada düşüncesinde modern dünyanın yaşanan deneyimleri ön plana çıkar ve sanatçının görevi estetik hazzın ötesine geçerek insanların hayatına dokunmaktır.
Dada için modern hayat parçalanmış bir yapıdadır. Bu parçalanma dünya savaşlarının bir etkisi olarak doğmuştur. Dada, diğer sanat akımlarının kurduğu değerlere ve kurumlarına karşı bir güvensizliğe sahiptir. Dada bütün bir sanat akımı olmaktan ziyade bir çeşit üretim stratejileri bütünüdür. Resim sanatının üstünlüğünü sorgular ve resim dilinden ve yarattığı görsel kültürden kaçmayı hedeflemiştir. Dada için sanat ve hayat birbirinin içine geçmiştir, birbirinden ayrı düşünülemez. Dada’nın anti-sanat, nihilist ve anti-burjuva olarak görülmesinin sebebi sanatı bir kurum olarak reddetmesi, hayatın anlamı yerine gerçek deneyimleri sorgulaması ve aristokratik olarak değerlendirdikleri akademik sanatı görmezden gelmeleridir. Dada geleneksel kültür ile alay eder bir biçimde kendini gösterir.
Dada sanatı aynı zamanda sanatçının da kimliğini parçalar. Sanatçı artık bir makinedir, bu sayede sanatçının bedenini artık vadesi dolmuş geleneksel sanat pratiğinden ayırır. Buna bir örnek olarak Dada’nın en önemli temsilcilerinden Marcel Duchamp’ın “readymade” konseptini inceleyebiliriz. Duchamp’ın ünlü “Çeşme” (1917) adlı eseri, sanat üretimine bir tepkidir çünkü halihazırda var olan bir nesneyi, bir pisuarı, sanat olarak sunar. Böylece biricik sanat eseri kavramına ve sanatçının geleneksel, normlara göre sanat üreten kişi rolüne karşı çıkar. “Readymade” konsepti aynı zamanda Amerika’da etkisini gösteren Taylorism üretimine de bir tepki niteliğindedir. Var olan objelerin sanata dönüşmesi, gündelik hayat ile sanat arasındaki çizgiyi bulanıklaştırır. Daha önceden pisuar olarak gördüğümüz bu obje, artık bir çeşme olmuştur ve Duchamp burada izleyicinin algısını da değiştirmeye meydan okur.
Marcel Duchamp, Fountain, 1917
1950’li yılların sonunda Neo-Dada terimi ortaya çıkmıştır; bu terim soyut dışavurumculuk ve pop sanat arasındaki döneme tekabül eder. Neo-Dada’nın karakteristik özellikleri, Dada’nın felsefesine ek olarak bir kompozisyon metodu olarak şans elementine yer vermesi, performansın öne çıkması ve geleneksel sergi yöntemlerine meydan okumasıdır. Ancak Neo-Dada olarak sayılabilecek sanatçılar hiçbir zaman belirli bir akım/grup oluşturmamışlardır. Yine de sanatçılar ve eserleri benzer özellikler taşırlar. Örneğin, Robert Rauschenberg asemblaj tekniği ile ürettiği "Slow Fall" (1961) eseri, buluntu objeler ile oluşturulmuş bir heykeldir. Asemblaj tekniği geleneksel sanatın ne kadar geçici olduğuna ve sanatın şans eseri bir araya gelen objeler ile oluşabileceğine dikkat çeker.
Robert Rauschenberg, Slow Fall, 1961
Dada ve Neo-Dada akımları, burjuva hayatına ve burjuva sanatına tepki olarak gündelik deneyimi ön plana çıkartan eserler üretmiştir. Sanatın ne olması gerektiği, akademik sanatın normları göz ardı edilerek yeniden sorgulanmaya açılmıştır. “Readymade” objeler ve asemblaj eserler gibi teknikler kullanarak sanatçının kimliği, izleyicinin kimliği, ve kapitalist işçi anlayışı tartışmaya açık hale getirilmiş ve böylece avangart sanatın en önemli akımlarından biri olarak kabul edilmiştir.
KAYNAKÇA
Molesworth, Helen. 2003. From Dada to Neo-Dada and Back Again.
Hapgood, Susan and Rittner, Jennifer. 1995. Neo-Dada: Redefining Art, 1958-1962. Performing Arts Journal, 17(1).
Hopkins, David. 2004. Dada and Surrealism: A Very Short Introduction. New York: Oxford University Press.
Yorum Bırakın