Advertisement
Advertisement

Umut dimdik ayakta!

Umut dimdik ayakta!
  • 1
    0
    0
    0
  • Bugün Perşembe, yozlaşmış dünya içinde sevinmeyi en çok sevdiğim gün, Cumadan önceki gün olma şansını ona vermişler, bize de sevinmek düşer. Bütün sarmalı birbiri içerisinde değerlendirip kendimce birkaç kesişim kümesi oluşturmak bana çocukluğumun kazandırdığı nadide bir refleks, belki de bir kurtuluş. Adım Rıza, ama bu sisteme razı gelmeye pek elverişli değil tabiatım; yoksa kendi ölüm törenimi düşlerim, her iş dönüşü haksızlığa uğrayan insanlara giderim, kendi kendime konuşmayı pek severim, ama içimden. İçimin atları vardır, sulara inerler konuşursam. Yine konuşuyorum çünkü bugünü sevmedim. 

    Perşembe’nin de canı cehenneme.

    Otobüse binerken gördüğüm, haki yağmurluklu, solmuş yüzündeki çizgileri dünya haritasını andıran, bir elinde bastonu, bir elinde bim poşeti olan o amcayı bir türlü unutamıyorum. Ne kadar çok düşündüysem artık, 500T ile dünya turu minvalinde devam eden eve varış serüvenimin sonuna geldiğimi bile anlamamışım. Adımlarım benden habersiz hareket ederken, -kendime ezberlettiğim ritüelin, tüm uzuvlarım tarafından da saygıyla karşılanması hoşuma gidiyor.- soluğu Rüstem amcanın yanında aldım. Biraz erzak, birkaç şişe bira, bir parça peynir almak için. Biraya ulaşmak amacıyla açtığım dolabın soğuğu yüzüme vurdu ve

    atlarım harekete geçti:

    “Hiç kimsenin ölümünü görmedim dedemden hariç. Onda da zaten çok küçüktüm, babamın kucağında can verişini hala hatırlarım; duvarın sarıya çalan rengini, koltuğun kırmızısını, sağda duran oyuncaklarımı, tam kirişinde beklediğim o kapının ağırlığını, kimsenin beni görmemesini. Bir ben görürdüm de, ne sesimi çıkarabilirdim ne hareket edebilirdim. Biraz fazla nefes alsam her an yakalanacakmışım gibi öyle kıpırtısız, öyle sakin, öyle meczup dururdum çivilendiğim yerde. Ölümü görmeye dair tek deneyimimi, dimdik yokuşun en tepesinden bırakılmış minicik bir kar tanesinin nasıl çığa dönüştüğüyle bağdaştırıp, bir de üzerine kendi ölümümü ekleyip her şeye en dışarıdan bakan bir yönetmen gibi izlemeyi seçtim. İnsan sıfatıyla çok gelip geçtiğim bu dünyada, kendi ölümünü izleyen insan sayısını istatistik belki çözer ama ben çözemiyorum, çünkü henüz gerçekleşmeyen bir şeyi sadece izliyor oluşumuz ancak başkalarının olasılık hesabıyla anlatılabilir. Ben onun yerine bir sinema filmine bilet alıyorum. Birkaç bira içiyorum, iş çıkışı haksızlığa uğrayanlara gidiyorum, gün doğumunu izliyorum, zamanın tik taklarını sayıyorum; ayın denizde yansıması bakabildiğim kadar gerçek oluyor, çocuklar hala mahallede oynuyor, biliyorum. Kuşları duyuyorum mesela sabahları, sonra gidip bir kıza aşık oluyorum. Vapurlara biniyorum. Deniz kenarlarında rakı sofraları kuruyorum. Dağlara çıkıyorum. Bir boşluktan kurtulmak için debelenip duruyorum, bataklıkta olduğumu unutuyorum, hareket her zaman iyi değil biliyorum ama durmak kavramını vazgeçişle öyle bağdaştırmışım ki ne zaman ne de mekan etkiliyor bunu. 

    Kim bilir belki de bu boşluk en iyi, en sıradan yaşantıların gerektirdiği şeyleri yapmakla doluyor.

    - Rıza iyi misin oğlum? Dolabı açtın, kalakaldın öyle

    -İyiyim Rüstem amca, ne alsam diye düşünüyordum. Carlsberg’in olmaması bana bir ölümü hatırlattı sadece.

    - Aman ha! Dikkat et kendine, bu aralar pek dalgın görünüyorsun.

     -Sen bilmezsin Rüstem amca, ben her Haziran sonu kendimi bir harf hissederim. 

    -Yine başladın edebiyat parçalamaya Rıza, ne zaman çıkıyor kitap belli mi?

    -Yakında Rüstem amca, sana imzalısını verdim bak kıymetini bil. Sonra ünlü oldun bizi unuttun demeyesin.

    -Biliyorum Rıza, her akşam dükkanı kapattıktan sonra okuyorum geceleri, bazılarını anlamıyorum ama bir tanesini ezberledim.

    -Hangisini? Oku da bu yokluktan kurtar beni.

    -Sen oradan tuborg, efes bir şeyler al, bak okuyorum:

    “En iyi durumu bildiren sarhoşluk 
    Yakılmış bir Haziran gecesinde 
    Tayların koştuğunu sanmış olmalı 
    Sığamamayı göğünde aramalı”

    -Yazları yaylaya çıkardık eskiden, o anları hatırlattı Rıza, iyi de geldi.

    Rüstem amca içimin atlarına, taylı şiirimle karşılık verince Perşembe de biraz hakkını bulmuş oldu. Bende ise bir bakkalın da şiir sevebileceği gerçeği, tarifsiz bir sevinç oluşturdu. Rüstem amcaya bu duygularımı nasıl söyleyeceğimi düşünürken -nihayetinde bakkal hassas oluyorlar- Hayati daldı dükkana, yine elinde bir demet gül ile, belirlediği günlerin birinde öylece bağırıyordu hiçbirimize aldırmadan.

    “YAZIYOR YAZIYOR UMUT DİMDİK AYAKTA"

    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.