Kitaptan bir alıntı ile başlamak istiyorum “..kişi, beynin ön kısmına yerleştirilmiş olan kuvve-i hayaliyeyi bir muhbir gibi kabul etmelidir. Beynin arkasında bulunan kuvve-i hafızayı ise hazine vekili gibi kabul etmelidir. ”
Yani İmam-ı Gazali (1058) prefrontal korteksin yaratıcı düşünme ve hayal kurma, parietal korteksin ise mekansal hafıza ve bilgileri organize etme işlevlerine değiniyor. Buradan beynin yapısına dair derin bir bilgiye sahip olduğunu anlıyoruz.
Beyin, vücudun kontrol merkezi olarak işlev görür ve çok sayıda karmaşık süreci yönetir.Beyin hem bilişsel işlevlerin hem de bedenin tüm fizyolojik süreçlerinin koordinasyonundan sorumlu bir organdır.Düşünme, hafıza, öğrenme, problem çözme, dil öğrenme, planlama, muhakeme ve karar verme, duyguların işlenmesi, sosyal ilişkilerde nasıl davrandığımız ve çevremizle nasıl etkileşime girdiğimiz vs hepsi beynin sorumluluğunda. Bunları günümüz şartlarında detaylıca biliyoruz.
Peki Kalp?
Modern bilim, kalbin esas işlevini vücuda kan pompalamak olarak tanımlar. Kalp, dolaşım sisteminin merkezinde yer alır ve sürekli olarak kanı tüm organlara, dokulara ve hücrelere taşır. Bu süreçte oksijen ve besin maddelerini hücrelere ulaştırırken, karbondioksit ve atık ürünleri de vücuttan uzaklaştırır.
Durum böyleyken biz neden cümlelerimizde hep kalbe atıfta bulunuyoruz? Kalbini kazanmak, kalbini kırmak, kalbi temiz, kalpten kalbe yol vardır, kalbini almak, kalbine söz geçirememek… İmam-ı Gazâlî neden beynin sırları ve faziletleri değil de kalbin sırları ve faziletleri üzerine yazmış?.
Yorum Bırakın