Hepsi kafamın içinde… Ne çok konuşuyorum kendimle…. Mutluluğum da mutsuzluğum da, tutkum da serinliğim de, hüznüm de sevincim de, öfkem de dinginliğim de… Anlık, zamanlık, günlük, yıllık, ömürlük, hepsini toplamışım. Ruh yalnızlığından mı, dil yetersizliğinden mi tam olarak bilmiyorum, kestiremiyorum. Yoruluyor ama, çok yoruluyor zihnim. Hiç susmuyor, duygunun muhatabıyla çarpışmadan içe dönüyor her seferinde. Kocaman bir kafam, küçücük bi dilim var. Kalbim yok, evet evet; kalbim yok. Acımıyor çünkü, çarpmıyor, yerinden kalkmıyor. Öylece, atması gerektiği gibi, organsal vazifesini yerine getiriyor. Ama kafam var ya kafam, kaç kişiliği yaşıyor, kaç kişiyle kavgalı, kaç ömürlük diyalogları var bir bilseniz. Ben de şaşırıyorum, nasıl oluyor da bu kadar dingin ve dengeli görünüp bu denli deli bir kafaya sahip olunur? Sonra şaşırdığıma şaşırıyorum, kafamla konuşuyorum; ne şaşırıyorsun kuzum? Neye şaşırdın tam olarak? Konuştun da anlaşıldı mı? SÖyledin de duyuldu mu? İncindin de değişildi mi? Her cümlen, ayrı bir haklılık kattı, her konuşmanın üzerine bir kamyon laf söylendi. Dilin kırıldı, dilin incindi de sustun. Neye şaşırıyorsun tam olarak? Ah kafam ah… ah kafam ah… Her anlamda ah kafam ah… Ruhumun yalnızlığını yükledim, anlayamayışını ve anlayamayışındaki çabasızlığı yükledim, hayallerimi yükledim, sebeplerimi, sonuçlarımı… Yükledim de yükledim. O kadar alıştım ki kafamın içinde kalmaya, orada yarattığım dünyaya sığınmaya, çabasız ve umursamazlığınla başa çıkmaya çalışmaya… Birgün dilim konuşmaya başlarsa, olur da gerçekten duyulursa çığlığım, tam olarak ne yaparım ben de bilmiyorum. Şimdi yine kafama dönmem lazım, sanırım yine olay var…
Yorum Bırakın