İtiraf etmeliyim ki son dönem Türk edebiyatına oldukça önyargılı bakan bir okurum. Belki de büüyük kitapçıların Çok Satanlar raflarında gördüğüm kitaplar nedeniyledir. Bir raftan alıverdiğim, beni saran kitaplar gizli hazineler gibi çok daha kıymetli oluyor benim için. Bu kitap da böyle oldu. Futbol ve değerli madenler... Bugün belki bir araya gelmemizi sağlayan ama bizi de birbirimize düşüren iki ayrı unsur... Bir Karadeniz kasabasının hikâyesine eklenen bu iki unsur
İbrahim Utku Başyazıcı 'nın âdeta sihirli dilinde karakterden karaktere, geçmişten günümüze sürüklüyor okuru. Tek bir karakter etrafında dönmüyor hiçbir şey. Ama her biri ayrı roman olacak karakterler... Özellikle de Yafes... Okumamış olanlara ipucu vermemek adına kitabın içeriğine dair çok ayrıntıya girmiyorum ama eminim ki pek çok okur Yafes'i sevecek.
Bir söyleşide de tanıma imkânına sahip olduğum İbrahim Utku Başyazıcı Ankara'da doğmuş ama Giresun'da büyümüş bir makine mühendisi. Karadeniz öyle işlemiş ki içine hiç görmeyen birine bile görmüş hissi veriyor. Küçük bir coğrafyada küçük insanların büyük hikâyelerini onlarla yaşıyorsunuz. İçine çekiveriyor sizi yazar. Futbolu hiç sevmeyen bana futbol tarihini araştırtıyor. Çamburnu Deniz Feneri'ni görmek istiyorum sonra. Ve bir bakıyorum kitabın zihnimde canlandırdığı kadar güzel... Yıllar önce bir belgeselde denk geldiğim ıslık dili (UNESCO koruması altında) çıkıverince karşıma içimi ısıtıyor. Tekrar izliyorum o belgeseli...
Çok sevdiğim kargaların belki dönem şartları gereği itlaf edilmesine yol açan "Muzır Hayvanlar İtlaf Yasası" gerçeği içime oturuyor. Hani bazı kitaplar vardır, bilgiyi öyle bir yerleştirir ki eğreti durduğunu hissedersiniz, rahatsız hissettirir size. Yazarın mitoloji, halk kültürü, tarih hakkındaki derin bilgisi kitapta âdeta kitabın parçası gibi durmuş. Sanki o bilgi olmazsa eksik kalacakmış gibi. Ve dili öyle akıcı ki... Halk dilindeki Öz Türkçe kelimeler çok ayrı bir değer katmış kitaba.
Yazarın söyleşide dem vurduğu bir unsur var. Bazı okurlar kitabın kısalığından yakınmış. Ama ben hiç öyle hissetmedim. Bir betimleme dahi eklense fazla duracakmış gibi... Anlatılan hikâyeleri değersizleştirecekmiş gibi bir his...
Kitabın arasında okura çok hoş bir sürpriz var. Öyle güzel düşünülmüş ki bu ayrıntı bir anda kendinizi Google Maps'ten Doğu Karadeniz'i, yazarın adını geçirdiği yerleri ararken buluyorsunuz. Arka kapakta şu cümle geçiyor: "Toprak Humması, bir Karadeniz tur rehberi olsaydı belki bize başka şeyler söylerdi." Bu kitap size önce Karadeniz'in ve sonra insanların görünmeyen yönlerini gösteriyor.
Yazar iyi ki varmış, iyi ki yazmış. Kitaplar rehberiniz olsun.
Yorum Bırakın