Bilirsiniz... Günlük yaşam içerisinde okul-iş derken bir kitap okumaya istediğimiz gibi zaman ayıramıyoruz. Ben de tempolu bir zamanımda Stefan Zweig'in Korku kitabını okumaya başlamıştım ve etkisinde o kadar kaldım ki ... sizinle de paylaşmak istiyorum.
Kitap ilk okumaya başladığınız andan itibaren sürükleyici. İlk sayfadan tanımaya başladığınız kadınla aynı heyecanı aynı duyguları yaşamaya başlıyorsunuz. Daha önemlisi hissetmeye başlıyorsunuz. Korku nedir ? Bu kitabı okumadan önce bu korku duygusunu çok basite indirgeyebilirdim ancak duyguların en güçlüsü korkuymuş diyebilirim. Aşk, parlayıp sönen bir duygu. Üzüntü, unutulunca geçer. Ama korku dedikleri gibi insanı diri tutar

En tehlikeli şey nedir diye sorsalar; doyumsuz bir erkek kadar doyumsuz bir kadın derdim. Kadın karakterimizin adı Irene. 8 yıllık süren evliliğini aşırı heyecansız ve monoton bulduğu için piyanist bir erkekle yasak aşk yaşamaya başlar. Bunu tamamen monoton hayatına bir renk gelsin diye yapar. Günlük hayatla mukayese edince Irene bu tavrıyla bende maalesef bir tiksinti uyandırır. Çünkü gerçekten böyle insanlar vardır. Hiçbir şeyden tatmin olmayan, memnun olmayan, sürekli heyecan arayan... Irene onlardan biri, evet. Zweig o kadar başarılı ki Irene karakterine eleştirel gözle bakmama rağmen kendisiyle defalarca empati kurdum ve defalarca onunla o hisleri ortak yaşadım.
Irene'nin kocası ise Fritz... Bu karaktere değinmeden geçmek haksızlık olur çünkü beni çok etkiledi. Duruşu, olaylara yaklaşımı ve düşünme tarzı çok hoşuma gitti. Belki avukat olduğu için böyle düşünüyor olabilirim, bilmiyorum. Ama aynı anda sert ve yumuşak olmasını çok sevdim. Karısına karşı hem saygılı hem şefkatli hem de otoriter ve sert. Bir baba olaraksa prensip sahibi, ilgili, kuralcı ve adil. Az konuşarak insanlar üzerinde etkili olmayı başarabilmiş. Ağırbaşlı. Güven uyandırıcı. Ama aynı zamanda mesafeli ve bazen korkutucu... Irene böyle bir adamla bulunduğu ilişkiyi monoton buldu ve yasak aşk yaşamaya başladı. Aslında bakarsanız yasak aşk tabirinden nefret ediyorum. Bu duruma aşk demek, aşka haksızlık...

Evet, kitabın asıl konusuna gelecek olursak ortaya bir şantajcı çıkıyor. Irene'nin kocasını aldattığını bilen ve direkt olarak şantaj yapan biri... Her şey burda başlıyor. İliklerine kadar yaşadığı o korku... Heyecan uğruna yaşadığı durumun ifşa olmasından inanılmaz korkan Irene, aynı zamanda vicdani bir azapla da baş başa kalıyor. Evliliğinin ve yaşantısının aslında ne denli güzel olduğunu fark edip bunları kaybetmekten de inanılmaz derecede korkuyor. Vicdan azabıyla yaşanır mı bilmem ama korkuyla yaşanmaz. Korkunun insan üzerindeki etkileri yaşamını nasıl da etkilediği hikayenin içinde çok güzel bir şekilde işlenmiş.
Irene'ye şantaj yapan ise bir kadın. Şantaja uğrayan Irene ne yapacağını bilemez ve korkuya kapılır, kendisine şantaj yapan kadını susturmak için ise elindeki tüm paraları sürekli verir. Korku onu adeta hipnotize etmiştir. Zweig burada korkunun insanı nasıl yiyip bitirdiğini harika bir hikayeyle anlatmaktadır. Yalnız buradaki korku farklı bir korku. Unutmayalım ki korku farklı farklıdır. Mesela ani korkmalarımız vardır; biri arkanızdan aniden bağırması ya da izlediğiniz korku filminin etkisiyle yaşadığınız korku vb. Burada ki korku bir suçlunun korkusudur. Aslında burada vicdana bağlı olarak ortaya çıkan bir korku var. Suçlu aslında vicdan azabı çeker fakat suçunun ortaya çıkmasını istemez çünkü cezalandırılmaktan korkar. Kitapta Irene kocasının kendisini öldüreceğini dahi düşünür çünkü korkusu giderek büyür ve hatta kocasını bir katile benzetmektedir. Bunun yanı sıra Irene vicdan azabı çekmektedir aslında. Dikkatli baktığımız zaman Irene kabus görüyor, terliyor, sürekli huzursuz... Vicdanın rahatsız olduğu o kadar açık ki. Zweig, kitabın kahramanı olan Irene üzerinden bize bir suçlunun korku ve vicdanını anlatmaktadır.
Kitapta çok sevdiğim bir sözü buraya da yazmak isterim. Bu söz korku duygusunu yazarın ne kadar iyi ifade ettiğinin bir göstergesidir bana göre.
"Korku cezadan daha berbattır, çünkü ceza bellidir, ağır veya hafif; bilinmeyene, sınırlandırılmışa kıyasla ceza, daha az ürkütür. Cezasının ne olduğunu anlayınca kız rahatladı. Ağlaması seni şaşırtmasın: Gözyaşları şimdi dışarıya akıyor, daha önce içeride birikip kalmıştır. İçerdeki gözyaşları dışarı akandan daha fenadır."

Kitap çok fazla sayfadan oluşmuyor maalesef. Ben bu duruma biraz kızıyorum. Çünkü yeterince doyamıyoruz gibi geliyor. Ama Korku kesinlikle okunması gereken ve yeterli doyuma ulaşacağız bir kitap. Empati duygusunu bu kadar geliştiren, Irene'ye kızmanıza rağmen kendinizi onun yerine koymaktan alıkoyamıyorsunuz.
Kaybettikçe kazanmak için hırslanıp ama masada her şeyini bırakan sevgiyi de sadakati de ziyan eden bir kadının çöküşü. Zavallı bir erkekten korkuncu zavallı bir kadındır. Eksildikçe eksilmenize sebep olan insanlara dikkat edin. İnsan bulursunuz ama kendinizi kaybedersiniz... Harika bir eserdi. Zevkle ve severek okudum. İyi okumalar...
''Bir anlık hata, sonsuz bir azaba dönüşebilir.'' -Stefan Zweig

En tehlikeli şey nedir diye sorsalar; doyumsuz bir erkek kadar doyumsuz bir kadın derdim. Kadın karakterimizin adı Irene. 8 yıllık süren evliliğini aşırı heyecansız ve monoton bulduğu için piyanist bir erkekle yasak aşk yaşamaya başlar. Bunu tamamen monoton hayatına bir renk gelsin diye yapar. Günlük hayatla mukayese edince Irene bu tavrıyla bende maalesef bir tiksinti uyandırır. Çünkü gerçekten böyle insanlar vardır. Hiçbir şeyden tatmin olmayan, memnun olmayan, sürekli heyecan arayan... Irene onlardan biri, evet. Zweig o kadar başarılı ki Irene karakterine eleştirel gözle bakmama rağmen kendisiyle defalarca empati kurdum ve defalarca onunla o hisleri ortak yaşadım.
Irene'nin kocası ise Fritz... Bu karaktere değinmeden geçmek haksızlık olur çünkü beni çok etkiledi. Duruşu, olaylara yaklaşımı ve düşünme tarzı çok hoşuma gitti. Belki avukat olduğu için böyle düşünüyor olabilirim, bilmiyorum. Ama aynı anda sert ve yumuşak olmasını çok sevdim. Karısına karşı hem saygılı hem şefkatli hem de otoriter ve sert. Bir baba olaraksa prensip sahibi, ilgili, kuralcı ve adil. Az konuşarak insanlar üzerinde etkili olmayı başarabilmiş. Ağırbaşlı. Güven uyandırıcı. Ama aynı zamanda mesafeli ve bazen korkutucu... Irene böyle bir adamla bulunduğu ilişkiyi monoton buldu ve yasak aşk yaşamaya başladı. Aslında bakarsanız yasak aşk tabirinden nefret ediyorum. Bu duruma aşk demek, aşka haksızlık...

Evet, kitabın asıl konusuna gelecek olursak ortaya bir şantajcı çıkıyor. Irene'nin kocasını aldattığını bilen ve direkt olarak şantaj yapan biri... Her şey burda başlıyor. İliklerine kadar yaşadığı o korku... Heyecan uğruna yaşadığı durumun ifşa olmasından inanılmaz korkan Irene, aynı zamanda vicdani bir azapla da baş başa kalıyor. Evliliğinin ve yaşantısının aslında ne denli güzel olduğunu fark edip bunları kaybetmekten de inanılmaz derecede korkuyor. Vicdan azabıyla yaşanır mı bilmem ama korkuyla yaşanmaz. Korkunun insan üzerindeki etkileri yaşamını nasıl da etkilediği hikayenin içinde çok güzel bir şekilde işlenmiş.
Irene'ye şantaj yapan ise bir kadın. Şantaja uğrayan Irene ne yapacağını bilemez ve korkuya kapılır, kendisine şantaj yapan kadını susturmak için ise elindeki tüm paraları sürekli verir. Korku onu adeta hipnotize etmiştir. Zweig burada korkunun insanı nasıl yiyip bitirdiğini harika bir hikayeyle anlatmaktadır. Yalnız buradaki korku farklı bir korku. Unutmayalım ki korku farklı farklıdır. Mesela ani korkmalarımız vardır; biri arkanızdan aniden bağırması ya da izlediğiniz korku filminin etkisiyle yaşadığınız korku vb. Burada ki korku bir suçlunun korkusudur. Aslında burada vicdana bağlı olarak ortaya çıkan bir korku var. Suçlu aslında vicdan azabı çeker fakat suçunun ortaya çıkmasını istemez çünkü cezalandırılmaktan korkar. Kitapta Irene kocasının kendisini öldüreceğini dahi düşünür çünkü korkusu giderek büyür ve hatta kocasını bir katile benzetmektedir. Bunun yanı sıra Irene vicdan azabı çekmektedir aslında. Dikkatli baktığımız zaman Irene kabus görüyor, terliyor, sürekli huzursuz... Vicdanın rahatsız olduğu o kadar açık ki. Zweig, kitabın kahramanı olan Irene üzerinden bize bir suçlunun korku ve vicdanını anlatmaktadır.
Kitapta çok sevdiğim bir sözü buraya da yazmak isterim. Bu söz korku duygusunu yazarın ne kadar iyi ifade ettiğinin bir göstergesidir bana göre.
"Korku cezadan daha berbattır, çünkü ceza bellidir, ağır veya hafif; bilinmeyene, sınırlandırılmışa kıyasla ceza, daha az ürkütür. Cezasının ne olduğunu anlayınca kız rahatladı. Ağlaması seni şaşırtmasın: Gözyaşları şimdi dışarıya akıyor, daha önce içeride birikip kalmıştır. İçerdeki gözyaşları dışarı akandan daha fenadır."

Kitap çok fazla sayfadan oluşmuyor maalesef. Ben bu duruma biraz kızıyorum. Çünkü yeterince doyamıyoruz gibi geliyor. Ama Korku kesinlikle okunması gereken ve yeterli doyuma ulaşacağız bir kitap. Empati duygusunu bu kadar geliştiren, Irene'ye kızmanıza rağmen kendinizi onun yerine koymaktan alıkoyamıyorsunuz.
Kaybettikçe kazanmak için hırslanıp ama masada her şeyini bırakan sevgiyi de sadakati de ziyan eden bir kadının çöküşü. Zavallı bir erkekten korkuncu zavallı bir kadındır. Eksildikçe eksilmenize sebep olan insanlara dikkat edin. İnsan bulursunuz ama kendinizi kaybedersiniz... Harika bir eserdi. Zevkle ve severek okudum. İyi okumalar...
''Bir anlık hata, sonsuz bir azaba dönüşebilir.'' -Stefan Zweig
Kitabın betimlemesi, görseller ve yapılan alıntı o kadar yerinde bir betimleyici olmuş ki... güzel bir yazı oldu. Elinize sağlık