Kimi insanlar, birkaç klasik kitap okuduğunda ya da birkaç kült film izlediğinde kendini entelektüel zanneder.
Ama bilmekle derinleşmek aynı şey değildir.
Bazıları kültürlü olmayı; sadece seçkin isimleri ezberlemek, yönetmenleri sıralamak, popüler sanatla hemhal olmak sanıyor.
Oysa kültür dediğimiz şey; bir vitrin değil, bir özdür.
Sadece ne izlediğin değil; nasıl düşündüğün, ne kadar derinleştiğin ve neyi içselleştirdiğindir.
Kültür, ezber değil dönüşümdür.
Etiket değil, içsel bir birikimdir.
Ve hiçbir zaman sadece “yüksek sanatın” ya da akademinin tekelinde olmamıştır.
Bir taş ustasının sabrında, bir halk şarkısının kırılgan melodisinde, bir annenin çocuk büyütme yönteminde de kültür vardır.
Zihin, toprağa benzer.
İşlenmeyen zihin çorak kalır.
Ve işte tam burada, kültür devreye girer: Zihni işler, kalbi yumuşatır, davranışlara nüfuz eder.
Kültür, insanın doğaya karşı ilk müdahalesiyle başlar.
Toprağı ekip biçmek, doğayı dönüştürmek…
Ama insan bununla kalmaz; kendini de işlemeye başlar.
Doğruyu, yanlışı, sevgiyi, saygıyı, empatiyi —
hepsini kendi iç dünyasına eker, büyütür, çoğaltır.
İlk insanlar için kültür, doğrudan hayatta kalma becerisiydi.
Tarımın başlamasıyla işlevsellik arttı; açlık azaldı.
Aç olmayan insan, sadece yaşamakla kalmaz, yaşamı şekillendirmeye başlar.
Böylece insanlık, işlevselliğin ödüllendirici yönünü fark etti.
Kültür artık sadece bir faaliyet değil, bir bağlılık oldu.
Yaşama, toprağa, birbirine, insan her şeye biraz daha adanır oldu.
Ve belki de işin en sade ama en gerçek tarafı şu:
Kültür, bilgi birikiminin değil; düşünsel ve duygusal işlenmişliğin mükemmelliğidir.
Sadece bilen değil, anlayan....
Sadece konuşan değil, hisseden..
Sadece seyreden değil, dönüşen insan kültürlüdür.
Bu yüzden kültürlü olmak, elitizme ait olmak değil, derin bir insana dönüşmektir.
Yorum Bırakın