İnsan hayata nereden başlar? Acıdan mı, aklın firarından sonra mı, musibetlerin gölgesinden mi, yoksa yerini bulduğunu sandığı anlarda mı? Belki de hiçbir zaman tamamlanamayacağını fark ettiği o kırılma noktasında… Peki insan hayata nereden başlamaz? Belki de tam da başladığını sandığı yerden.

Her sabah uyanıyorum. Gün yine dünün kopyası olacak biliyorum ama içimde, etimden kemiğime işlemiş bir ses: “umut et”. Öyle masum bir çağrı gibi değil, şeytanın fısıltısı gibi. Çünkü kandırılıyorum. Öğleye varmadan anlıyorum oyunu: dilimde tütün gibi kekremsi bir tat, içimde heveslerin yoksunluğu. Umut, sadece kitap arasında unutulmuş, sararmış bir kelime artık.

Ve o an düşünüyorum: Salsam ya kendimi? Tüm kuralları, normları, edebi, adabı, intibayı… Zaten toplum dediğimiz şey, büyük bir yanılsama değil mi? İnsanın hayata başladığını sandığı yerde, aslında yalnızca başkalarının kurduğu sahnede figüranlık yaptığını fark etmesi ne acı.

Belki de insan, hayatın ilk adımını attığı yerden değil, ilk yanılgısını gördüğü yerden başlar. Hayat, tamamlanmamışlığın, hep eksik kalmışlığın toplamıdır. Ve insan, en çok da eksik kaldığı yerde kendini bulur. İşte tam da bu yüzden, umut bir kandırmaca olsa da onsuz nefes alamıyoruz. Çünkü umut etmek, kendimizi kandırmanın en insanca biçimi.

 

Kübra M

14.09.2025