Büyük Defter – Kanıt – Üçüncü Yalan (Agota Kristof)
Büyük Defter, Kanıt ve Üçüncü Yalan... Birbirini tamamlayan bu üç eser, 30 Ekim 1935’te Macaristan’da dünyaya gelen Agota Kristof’un kaleminden doğarak tek bir bütün hâlinde, bir savaş Üçlemesi olarak yayımlanmıştır.
Kristof bu eserinde, Lucas ve Claus adlı ikiz kardeşleri başrolde tutarak savaşın yıkıcı etkilerin ele alıyor. Savaşın en şiddetli yıllarında anneleri tarafından, bakmaları ve korumaları için anneannelerine bırakılan ikizler, kendilerini, kocasını zehirleyerek öldürdüğü iddia edilen bir “cadının” kucağında bulurlar.
Gelgelelim, bu anneanne belleğimizde yer etmiş o şefkatli, koruyucu ve tatlı dilli nine imgesinden oldukça uzaktır. Anneannenin bu sert yönü, bazı inceleme yazılarında ve videolarda acımasızca eleştirilse de —ki kitabı okurken yer yer “Nasıl bu kadar kalbi katı olabilir?” diye düşünmedim değil— bana göre, bu katılık hayatın zorlukları ve hayatta kalma çabalarının ruhunda bıraktığı izlerin bir nebze de olsa yansımasıdır. Kim bilir? Belki de anneanne, savaşın insan biçimindeki yansımasıdır: acımasız, sessiz, kuralcı ve hesap soran. Torunlarına karşı takındığı sert tutumun ardında, onların da tıpkı kendisi gibi ayakta kalabilmelerini sağlama içgüdüsü yatıyordur belki? Sevgi göstermez, çünkü sevgiyi zayıflıkla eşdeğer görür; korumaz, çünkü korumanın savaşın ortasında beyhude olduğuna inanır. Kim bilir, belki de anneannenin savunma yöntemi “sevgisizlik”tir.
Çok uzağa gitmeye gerek yok. Gazze Savaşı’na hepimiz, öyle ya da böyle, şahit olduk. Gördük ki savaşta yaşlı, çocuk, kadın ayrımı yapılmıyor; savaşın ne vicdanı var ne de kalbi. Bu yüzden çocuklar da yaşlılar da kendilerini korumak zorunda; güçlü, hatta sert olmalılar. Lucas ve Claus da işte böyle bir ortamda hayatta kalmaya çalışıyorlar. Yeri geldiğinde acılarını törpülemek için birbirlerine ağır işkenceler yapacak kadar gözü kara, bir insanın canını hiç düşünmeden alacak kadar da acımasız hâle geliyorlar. Başka bir deyişle, hayatta kalmak için her yol meşrudur anlayışıyla hareket ediyorlar. Bir duyguyu keşfetmeye görsünler, hemen o duyguyu içselleştirip sınamak isterler; bunu yaparken de kendilerine acı vermekten, yaralamaktan hiç sakınmazlar. Hayattaki her duyguyu, ne pahasına olursa olsun deneyimlemekten çekinmeyen bu ikizler, konu ayrılığa geldiğinde bile bir an tereddüt etmezler.
Sonuç olarak Büyük Defter – Kanıt – Üçüncü Yalan, sadece savaşın acımasız yüzünü değil, insanın o acımasızlık karşısında neye dönüşebileceğini de anlatan çarpıcı bir üçlemedir. Agota Kristof, savaşın ortasında büyüyen iki çocuğun hikâyesi üzerinden, aslında insan doğasının sınırlarını sorguluyor. Lucas ve Claus’un dünyasında iyilik ile kötülük, merhamet ile acımasızlık arasındaki çizgi silikleşir; tıpkı savaşın ortasında kalan herkes gibi (herkes yerine birçoğu gibi de diyebilirdim), onlar da hayatta kalmanın bedelini insanlıklarından ödeyerek verirler. Kristof’un anlatmak istediği şey yalnızca bir yıkım hikâyesi değil, aynı zamanda insanın en zor koşullarda bile direnme gücünü, yeniden var olma isteğini ve kendi kaderini yazma çabasının hikâyesidir.
Yazımı, kitaptaki şu alıntıyla bitirmek istedim:
-En hüzünlü kitaplardan bile daha hüzünlü hayatlar vardır. (s. 247)
Yorum Bırakın