Bu yazımızda sizlere birkaç film ve karakter üzerinden suç ve suçluluk psikolojisini anlatacağız. Sizi uyarıyoruz çünkü yazıyı okuduktan sonra suç ve suçluluğa bakışınız tamamen değişebilir. Karakterlere geçmeden önce suç kelimesinin genel geçer bir tanımını yapmakta fayda var. TDK'nın iki tanımı var. İlki "törelere, ahlak kurallarına aykırı davranış", diğeri ise "yasalara aykırı davranış, cürüm." Tanımlarımızı da verdiğimize göre sanırım başlayabiliriz.

1- Joker

Joker karakteri sinema camiasında ilk olarak 1989 yılında çekilen Batman filminde karşımıza çıkıyor. Vurdumduymaz ve zevklerine düşkün olarak tanımlanabilecek karakteri o yıllarda Jack Nicholson canlandırıyor. O yıllardan neredeyse en çok hatırlanan ise Joker'in TRT dublajı ile gayet lisana uygun hale getirilen 'Sen hiç sönük ay ışığında şeytanla raks ettin mi?' repliğidir. Daha sonra 2008 yapımı The Dark Knight filminde Heath Ledger oynuyor Joker'i. Oscar ödülüne layık görülen aktör çekimlerden sonra hayatını kaybediyor. Belki de ölümünde Joker karakterini Oscar kazanacak kadar benimsemesinin bir payı vardır. Peki kimdir bu Joker ve onun hayatında suç nedir, gerçek nedir? Çekilen filmlerde geçmişi ve hayatı hakkında pek bilgi yok. Fakat teoriler arasında en çok benimsenen Joker'in eskiden bir asker olduğu. Objektif bakacak olursak ilk film hariç diğer filmlerde Batman'in Joker karşısında ezildiği, daha doğrusu Batman'in savunduğu değerleri ilk olarak onları savunan diğer insanların mahvettiği açık olarak görülüyor. Joker ise sadece o insanların körelmiş duygularını tekrar diriltmeye çalışıyor ve bunu yaparken de insanların en dürüst oldukları anı yani ölüm anlarını yaşamalarını sağlamaktan çekinmiyor. Asker kökenli olduğu teorisi ise askeri mühimmatı kullanmaktaki ustalığı dolayısıyla öne sürülüyor. Para ve itibar uğruna insanların birbirlerine yapmadığını bırakmadığı distopyalarda Joker'in 20 milyon doları tek bir kibritle yakması suç mudur? Kararı size bırakıyoruz efendim.  

2- Alexander DeLarge

   İkinci karakterimiz ise Anthony Burgess'in kaleme Stanley Kubrick'in ise 1971 yılında filme aldığı A Clockwork Orange (Otomatik Portakal)'ın kahramanı Alex. Alex bir lise öğrencisi, hırsız, tecavüzcü ve sonunda katil. Belki de sadece tutkularının esiri bir ergen ama bu kadar basit olamaz, zira bahsettiğimiz meşhur bir distopyanın baş kahramanı. Ondaki suçluluk yaftasının yine toplumun çürümüşlüğüne olan eleştiriden ileri geldiğini açıkça görebiliyoruz. Bu özellikle müzik açısından anlaşılıyor. Ona bir takım suçu engelleyici videolar izletilirken Mozart'ın 9. senfonisi çalındığında 'Bu küfür, lütfen durdurun. Mozart'ın kimseye bir zararı dokunmamıştır!' sözleri de bu fikri destekliyor. Yazının başında Alex'i nitelediğim sıfatlar filmin ortalarına ve sonuna doğru değişiyor. Artık Alex o sıfatlardan da beter siyasi partilerin, devletin ve toplumun kurbanı oluyor. Bir ruhun ölümü ile bir bedenin ölümü arasındaki uçurumu sezdiriyor bizlere Anthony Burgess.  

3- Tyler Durden

Kendisine ilk olarak Chuck Palahniuk'un 'Project Mayhem' (sonradan 'Fight Club') kitabında rastladığımız ve Dövüş Kulübü filminde Brad Pitt'in canlandırdığı aktivist karakter toplumu en vurucu noktalarından eleştiriyor. Edinimlerindeki sadeliğin ve bunların altında yatan anarşist felsefenin yansımalarını fark ettiğimiz zaman aslında pek de bir spor müsabakası değil filmin konusu. Ortada sisteme ve onun köleleştirdiklerine karşı bir savaş veya kavga var. Tyler'ın toplum tarafından kabul görmeyen tarafı temsil etmesiyle birlikte filmin diğer karakteri olan Richard Chesler tam bir robotik yaşamın timsali. Var olma kaygısı taşımadan kendisini kadın, erkek ve benzeri formlarda var etmeye çalışan insanların farkında olan Chuck Palahniuk toplum tarafından kabul edilmeyen belki de görmezden gelinen bir karakter daha koyuyor kitaba 'Marla Singer' Helena Bonham Carter'ın müthiş oyunculuğu ile kabul görmemişliğin kadınsal boyutu da verilmeye çalışılıyor bir nevi.