Mine Söğüt'ten Gerçeğe Değen Bir Kurgu: Gergedan

Mine Söğüt'ten Gerçeğe Değen Bir Kurgu: Gergedan
  • 0
    0
    0
    0
  • “Benim oyunlarım bilincin iki temel durumundan doğar. Bunlar usulca kaybolan ile katılık; boşluk ile aşırı varlık; dünyadaki gerçek dışı şeffaflık ile ışık geçirmezlik; ışık ile kesif karanlıktır.” diyor Gergedanlar oyununun yazarı Eugéne Ionesco. İlhamını Ionesco, Kafka, Saramago, Marquez, Haneke, Greenaway, Passolini, Yorgos Lanthimos, Lale Müldür, Yannis Ritsos ve Cemal Süreya’dan alan Gergedan: Büyük Küfür Kitabı da benzer ikilikler üzerine inşa edilmiş, kanıksamanın içine doğru kocaman küfürler sallayan bir öykü kitabı. Mine Söğüt Deli Kadın Hikayeleri’nden tanıdığımız gerilimli dilini, soluk renkli hayal dünyasını Gergedan’da da bizlerle paylaşıyor. Kitabın adına yaraşır şekilde hikayelerin tümünün dal ortasında bir gergedan duruyor. Zamanın, ailenin, ahlakın, inancın, devletin ama en çok da hepimizin içinden geçen bir gergedan. Gergedanı büyük küfürler takip ediyor. Hiç edilmediği halde kulağımızda çınlayan küfürler, küfür gibi gerçekler; her gün işe giderken üzerinden tekrar tekrar geçtiğimiz hayvan cesetleri, aynı sofraya oturmak dışında mucizesi kalmamış ailelerin cesetleri. Ve ölüler… Kendine mezar eşeleyen ölüleri, sırtımızda taşıdığımız ölüleri, yüzleri gözümüzün önünden hiç gitmeyen ölüleri, yüzünü anımsayamadığımız ölüleri, ikinci kez dönüp bakmadığımız ölüleri hatırlıyoruz. Kitaptaki en büyük küfür belki de bizi içine çeken bu vicdan sorgusu. Yer yer bilinç akışı tadı veren kitapta cin peri masallarının yerini bu sefer politik gerçeklik ya da kişisel olanın politikliği alıyor. Vicdan muhasebesi burada da peşimizi bırakmıyor. Kötülüğün sıradanlığından ziyade sıradan olanın kötülüğü bir kez daha bizi kaba ve yumuşak yerlerimizden vuruyor. Kitap bu bağlamda, okura kendi utancını hatırlatan upuzun kasvetli bir şiir okumuş hissi veriyor. Rahatsız etmek amacıyla olduğu yere bilhassa bırakılıvermiş kelime ve cümle tekrarları ile artan gerilime kokuların, seslerin ve görüntülerin iç içe geçişi eşlik ediyor. Kitabın bütün bu ritmi, rengi, aksiyonu Bahadır Baruter’in hikayelere kademe kademe eşlik eden resimleriyle bütünleşiyor. Küfrü duasından büyük olan asilerin, ötekilerin sesi bir gergedanın bakışıyla bizi izliyor.

    “Kendimi biri zannettiğim için düştüğüm derin kuyuda alamadığım nefes benim kafesim.”

    Gergedan: Büyük Küfür Kitabı; Olanları görmemek için sıkı sıkı kapatılan pencerelerin hikayesi. Ne içeride ne dışarıda, yersiz yurtsuz aile kurumunun; kuşlar ve gergedanlar gibi kendi içine kapanmış, otobandaki hayvan ölüleri gibi içi dışına çıkmış aile kurumunun hikayesi. “Memleketim benim saçlarımın uzadığı yerdir.” diyen, yukarıda olmaktansa lağımı tercih eden güzel saçlı güzel kadınların ve ne yukarıda ne aşağıda barınamayışımızın hikayesi. Kendimizle aramızdaki yarım asırlık zamanın, aynı durgun denizin ortasında gördüğümüz düşün hikayesi. “ Tiksiniyorsun. Ama kimden? O yer altında boka bulanmış küçük kızdan mı? Yer üstünde boka bulanmış kendinden mi? Kendinden. O caddeden. İçtiğin içkiden. Ve aldığın keyiften mi? Kız soruyor sen susuyorsun. Kız soruyor sen susuyorsun. Kız soruyor sen susuyorsun. E sen sıkıştıkça ağlıyorsun? ” “Hem var hem de yokum ve bu bile bende isyan uyandırmıyor.” Mine Söğüt kitabın sonunda minnetini ve öfkesini aynı sayfaya sığdırıyor. Ve Gergedan iştahla yenilmiş ağır bir yemek gibi midemize oturuyor. Okuru, açlığı sorgulatan açgözlülük yanılgısı içinde aynı anda hem hem yalnız hem kalabalık bırakıyor. Gergedan, ne içinde ne dışında var olduğumuz zamanın vahşetini imliyor. Tekrar ve tekrar ve tekrar.

    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.